“Ben, Anadolu’ya çocukları okutmak için geldim. Benim için eşraf çocuğu da birdir, fakir çocuğu da.” Öğretmen Aliye’den duyuyoruz bunları. Gerçek hayatta yitirdiğimiz bu anlayışın filmlerde olması çok güzel. Dahası, ‘eşraf çocuğu da bir, fakir çocuğu da’ kısmı kitapta bile yok. (Remzi Kitabevi-7. Basım, 1988-Sf. 15) ve (Özgür Yayınları-4. Basım, Ekim, 1999-Sf. 15). Ancak sonlara doğru Binbaşı Damyanos’a “Ne duruyorsunuz, beni öldürsenize. İsterseniz sırtımı döneyim. Çünkü kalleşçe arkadan vurmaya alışmış bir milletsiniz” diyor. Keşke son cümleyi hiç söylemeseydi. Kitabın yazarı Halide Edip (Özgür Yayınları’nda ‘Edib’) Adıvar gibi ‘milletlere değil hükümetlere düşman’ olsaydı.
08 Şubat 2014

"Ben, Anadolu'ya çocukları okutmak için geldim. Benim için eşraf çocuğu da birdir, fakir çocuğu da." Öğretmen Aliye'den duyuyoruz bunları. Gerçek hayatta yitirdiğimiz bu anlayışın filmlerde olması çok güzel. Dahası, 'eşraf çocuğu da bir, fakir çocuğu da' kısmı kitapta bile yok. (Remzi Kitabevi-7. Basım, 1988-Sf. 15) ve (Özgür Yayınları-4. Basım, Ekim, 1999-Sf. 15). Ancak sonlara doğru Binbaşı Damyanos'a "Ne duruyorsunuz, beni öldürsenize. İsterseniz sırtımı döneyim. Çünkü kalleşçe arkadan vurmaya alışmış bir milletsiniz" diyor. Keşke son cümleyi hiç söylemeseydi. Kitabın yazarı Halide Edip (Özgür Yayınları'nda 'Edib') Adıvar gibi 'milletlere değil hükümetlere düşman' olsaydı.

Miklós Rózsa, o güzel melodileri 'Ben Hur' (1959), 'El Cid' (1961) ve 'King of the Kings' (1961) için değil Hülya Koçyiğit için yazmış sanki. Giysiler de 'Aliye' için özel yapım.

Aynı adlı romanın 2. Yeşilçam uyarlaması. Mayıs-Haziran aylarında (60 gün) çekilen 'Vurun Kahpeye', 26 Ekim 1964, Pazartesi günü (Beyoğlu) Yeni Melek; (Beyoğlu) Lâle; (Pangaltı) İnci; (Kadıköy) Opera; (Şehzadebaşı) Yeni; (Çarşıkapı) Şık; (Kocamustafapaşa) İstanbul; (Bakırköy) Yeni; (Maltepe) Çeliktaş; (Üsküdar) Işık; (Eyüp) Melek; (Karagümrük) Aysu sinemalarında gösterime gitmiş. 112 dakika sürüyor. Jenerikte (montaj senkron) Turgut İnangiray'ın soyadı 'İnan' şeklinde. Türk müziği düzenlemesi, 1949'daki ilk çevrimde olduğu gibi Sadi Işılay'ın. Takma bıyıkları nedeniyle Muzaffer Yenen'i tanımak çok zor. Vahi Öz, komedi dışında da başarılı olduğunu gösteriyor. Dönemine uygun olarak sokak ve sınıftaki yazılar Arapça. Sadece başlardaki bir sahnede Latin harfleriyle 'Manav' yazısı var.

Bursa'nın Mustafakemalpaşa ilçesinde 50 kişilik bir ekip ve 1000 figüranla çekilmiş. Harcanan para 400 bin Lira. İlk çevrimi 35 bin. Düşman kumandanı rolündeki Reha Yurdakul'un karargâhı için Züfer Bey İlkokulu kullanılmış. İlginç bir şekilde gerçek düşman kumandanın kaldığı yer de orası. Birinci 'Vurun Kahpeye', sinemayı, 'tiyatronun tekelinden kurtaran başarılı bir hamlenin ilk adımı' olarak yorumlanmıştı. Coşkun Şensoy, 1964 çevrimini ise 'olumlu yollara giren Türk Sineması'nın birden geri dönüşü ve yerinde sayması' olarak değerlendiriyor. Yönetmen seçimi için de bir eleştirisi var; "Erman Film Şirketi'nin bunca sermaye ile 'Vurun Kahpeye'nin kaderini Orhan Aksoy'un ellerine terk etmesine şaştık doğrusu." Ayrıca Aliye öğretmenin vatanseverliği 'bir cephanenin planlarını ele geçirmekten ibaret' olmamalıymış. Tuncan Okan da 'rejisörün, sinemadaki gerilemeye uyduğunu ve geniş seyirci kitlesinin bazı kutsal inançlarını düşüncesizce sömürdüğünü' söylüyor.

20 Kasım 1964 tarihli 'Olaylar ve İnsanlar' köşesinde (Hasan Pulur) hoş bir şey var. Aydın'da filmi oynatan sinema sahibi, reklam için, belediye hoparlöründen yararlanmak isteyince şu yanıtı almış; "İlanda 'Kahpe' kelimesi geçtiği için yayınlamamıza imkân yoktur."sysysery

Film, muallime Aliye'nin gelişi ile başlar. "Bu kasabanın toprağı toprağım, evi evim. Burası için, bu diyarın çocukları için bir ana, bir ışık olacağım ve hiçbir şeyden korkmayacağım. Vallahi ve Billahi." Menekşe gözlü ve yüzü 'henüz açmayan bir gül goncasının mahcup kırmızılığında'. Babası "Yemen'den Kafkas'a, Kafkas'tan Suriye'ye geçmiş, vatanı için hayatını feda etmiş kahraman ve isimsiz bir Yüzbaşı". Rahmetli anacığı da Fatihli bir veremli kadın. Babasından sağlam irade ve iç kudreti; Annesinden içlilik ve soğukkanlı, kuvvetli bir ses miras almış. Alev gibi gözlerinde ne gözyaşı ne korku. Her davranışında 'kadınlık onuru' var. Çocukluğu, Süleymaniye'de Beyazıt kubbeleri altında, ana baba özlemiyle geçmiş. Kız Öğretmen Okulu'ndaki yalnızlığını Güllü Kadın'ın 'ihtiyar ve tembel' kedisini severek gideriyor. Filmde yok ama 'sıtma' (Remzi Kitabevi, sf. 105) veya 'sıtma ile karışık, teşhis edilemeyen humma'dan (Özgür Yayınları, sf. 131 ve 162) 'muzdarip'. Diplomasını alınca Anadolu'da çalışmak ister. 'Taşra hizmetinden vebadan ürker gibi kaçan, İstanbul'da kalmak için her aşağılığa katlanan arkadaşlarına, küçümseyerek bakmış'. Eşraftan Ömer Efendi ve Gülsüm Hala'nın yanına yerleşir. Okuldaki vazifesi hiç de kolay değil. Burası bir 'kız mektebi'. Ancak eğitim karma! 'Her şey tam bir başıbozukluk içinde'. Eşraf çocukları sigara bile içiyorlar. Ceplerinde hep bir tabaka tütün. İkinci muallime Hatice Hanım'ın davranışları da kindar. "Burası İstanbul değil. Kasaba eşrafının çocuklarına laf söylemek kimin haddine" diye azarlıyor kahramanımızı. Okulda ayrıca memur ve fakir çocukları var. Genç öğretmen her zorluğa göğüs geriyor. Kantarcıların Uzun Hüseyin ve yeğeni (romanda oğlu) Sabri'ye hadlerini bildirmesi, O'nu öğrenciler için 'şaşılacak bir insan haline getirir'. Küçük hayatlarında böyle davranabilen bir öğretmen görmemişler o güne dek. "Esnaf ve küçük memur çocuklarının bakışlarında sevgi ile karışık minnet var. Eşraf ve büyük memur çocukları sinmiş ama tetikte bekliyorlar."

Romanda olmayan bir sahnede bayrak yapmak için beş arşın 'al renkli kumaş' alıyordu. Arşını beş liraymış. (İlk çevrimde iki arşını 5 liraydı). Parası yetmeyince 'ana yadigarı' yüzüğü verir. "Dört bir taraf düşmanla sarılıyken bayrağın sırası mı" diye soran Satıcı Mehmet'e "Bayrak asıl böyle bir zamanda lazım. Düşmanla mücadele gücünü o bayrak verir insana" diyor. Böyle mukaddes bir vazife için de ana yadigârı seve seve verilirmiş. Bu topraklar için şehit düşecek vatan evlatlarının üstüne sereceğini söylüyordu. Ama kendisine 'kısmet' olacaktır! Sıkı sıkıya kapattığı avcunda ise sevdiğinin verdiği kolye vardı. Afiş ve jenerik hariç 28 kez 'kahpe' denir kendisi için. Vatanını, uğruna canını verecek kadar çok seviyor. Kitapta sevdiği erkeğe söylediklerini filmin senaryosunda tekrarlamaya cesaret edememişler; "Seni, seni memleketimden çok seviyorum galiba."

Maarif Müdürü kitaptaki kadar işlenmemiş. İstanbul'daki Ferit Paşa Hükümeti'ne bağlı. Sinsi gözlü, ikiyüzlü, top sakallı, yağlı yakalı biri. Bulanık gözler, hovarda, çirkin bir ağız. 'Irz düşmanı papaz' olarak anılıyor kasabada. Karısı da (hanım) öğretmenleri, kocasının halayıkları olarak görür ve çocuğuna ayrı muamele yapılmasını istermiş. Ailenin çıkardığı dedikodu ve kıskanç iftiralar bitmek bilmiyor.e56utyudrt

Ömer Efendi ve Gülsüm Ana/Hala, yumuşak, iyi yüzlü, şefkatli iki ihtiyar. Aliye'yi rahmetli kızları Emine'nin yerine koymuşlar. Sözlüymüş, düğünü olacakmış. "Hastalandı. Ne olduğunu anlayamadık. Haftasına çıkmadı. Sen yaştaydı. Müdürün odasında seni görünce içim sızladı. Emine'mizi görüyorum sandım. O yattıkça Allah sana uzun ömür versin" diyor yaşlı adam. "Bundan sonra sen bizim kızımız olur teselli edersin. Emine'mizin yerini alırsın." Ömer Efendi, çevrede, doğruluğu ve iyiliği ile 'göze batıyordu'. Buna şimdi bir de Kuvayı Milliyecilik eklenmiş. Aliye'nin hatırı için 'yerde, sinide yemek yemekten vazgeçip masada yiyorlar'. Her şerde bir hayır misali Emine'nin rahmetli olması Aliye için bir şans. Aksi durumda iyice korumasız ve yapayalnız kalacaktı. Ömer Efendi, ilerde tutuklanarak düşman başkentine sürülecektir.

Aliye derste, yaklaşık 20 yıl sonra yazılacak bir şiiri ezberletiyor öğrencilerine; 'Bu Vatan Kimin' (Orhan Şaik Gökyay). Sonraki bir gün marş söylüyorlar. Ey Vatan; "Ey vatan gözyaşların//Dinsin yetiştik çünkü biz."

Öğrencilerden Durmuş da (kitapta 'Hidayet') Balkan'da yitip giden bir şehidin çocuğu. Okusun diye, eşraf evlerine çamaşıra gidermiş annesi. "Okuyup zabit olacağım." Kumandan olup düşmanla 'harbedecek'.

Kantarcıların (romanda 'Uzun') Hüseyin Efendi, bir süre Hukuk Fakültesine devam etmiş. Bu nedenle 'nispeten doğru bir İstanbul lehçesi ve çokça mecelle terimleriyle konuşuyor'. Donuk iki siyah kanlı göz, sarı biçimsiz bir yüz. Esnaf delikanlılarının zaaflarını kendinde toplamış. Kadından başka bir şey bilmez. Onca karısı var ama aklındaki tek şey Aliye'yi elde etmek. Rahatsız edip duruyor. Bunun için düşmanla bile işbirliği yapacaktır. Gözü hep üzerinde. Bu nedenle Aliye çocuklarla marş söyleyerek yürürken 'her adım bir saatten fazla, her nefes sonsuzluk kadar uzundu'.

Hacı Fettah Efendi'nin kötülüğü Hüseyin'den fazla. Türk'e, düşmandan bile daha düşman. Dişsiz ağzı karanlık bir kuyu. Bulanık, çapaklı gözleri ise hep kanlı. Kantarcılarla birleşip Ömer Efendi'ye ait bağın 4 dönümüne el koymuş. Ama belli, hepsini almadan doymayacak. Dünya bu! Kimi at avrat, kimi bağ bahçe peşinde! Millicilere de düşman. "Asmalı böylelerini, ibreti âlem için asmalı" diyor. Koca bir düşman ordusuna, birkaç tane baldırı çıplak ne yapabilirmiş ki. Bir başka sahnede "Kuvayı Milliye'nin kanı gâvur kanı gibi helaldir" dediği için tutuklanır. Serbest bırakılması Aliye'nin ricacı olmasıyla. Fettah'a göre kasabaya gelen her bayan öğretmen 'peçesiz avrat'; 'Yüzü gözü açık namahrem'; 'Elin ne idüğü belirsiz hocası'; 'Yol iz bilmeyen hayasız'. Erkeklerin yüreklerini karıştırmak için aralarında dolaşırlarmış. Namuslu olsalar yüzü açık gezmezlermiş (sf. 22). "Bu karıları, üstleri başlarıyla birlikte parçalayın" diyor. Aliye'ye daha da kinli. Düşmanın, bir mevlit gecesi kasabaya girmesini sağlar. Ama yine de Ömer Efendi'nin mallarını elde edemiyor.

Zamanla bütün kasaba, 'leh veya aleyhinde', sadece 'genç muallime'yi konuşacak hale gelir. Ülkenin işgali, düşmanın yakınlardaki Pınarbaşı'na girmesi bile bu kadar heyecanlı bir konu değilmiş! Kuvayı Milliye'yi bir çeşit Bolşeviklik ve eşrafın malını halka dağıtacak bir şey olarak görüyor kasabalı.adrueue

Fuat (ilk çevrimde Tosun) Bey, kumral, uzun bir genç kumandan. Karadeniz sahillerinin yetiştirdiği kartal yüzlü, güzel bakışlı bir Yüzbaşı. Düşmanın İzmir'e girdiği gün hemşerilerinden bir çete ile dağa çıkmış. "Ben bu toprakların ve bu toprakları seven insanların emrindeyim" diyor. Göz göze geldikleri 'uzun ve sonsuz dakika' sonrasında aklında hep Aliye olacaktır. Hatta Ömer Efendi'den kasaba hakkında bilgi alırken bile. O yaşına kadar hemen hemen(!) hiçbir kadınla temas etmemiş. Maiyetinin bir yıllık masrafı için 5 (romanda '30') bin lira ister eşraftan. "Bu mücadeleye kimi canı ve kanıyla (o 'kaniyle' diyor) kimisi de parası ve puluyla katılacaktır." Yaşamın değişmez kuralı böyle galiba. Mutlu azınlık 'parasıyla'; Bitli çoğunluk 'canıyla'. Aliye'nin ricası sonrasında bundan da vazgeçiyor.

Ertesi gün kasabalı ile toplantı vardı. Ömer Efendi "Yarın savaşacağın insanlar düşmandan farklı değildir" diye uyarır Fuat Bey'i.

Kitapta, 'cephanenin patlatılması sırasında vücudunun yarısını kaybeder'. 1949'daki filmde 'sağ kolunu kaybedip sağ bacağından' yaralanmıştı. Bu kez ise sadece sol omzundan vuruluyor.

İlk çevrimde olduğu gibi düşman kumandanı Damyanos'un adı yok. 'Yunan' da denmiyor. Pos bıyıklı ve kokain kullanıyor. Görür görmez (hatta daha önce Hacı Fettah ve Hüseyin'in 'ballandıra ballandıra' anlatmasıyla) tutulmuş Aliye'ye. Vesto Bakiresi'ne âşık olan Neron gibi. O kadar ki 'Türk kızına olan zaafı nedeniyle üst makamlara jurnal bile edilir'. Bir sahnede 'insan' yönü öne çıkarılmış. Bütün ömrünce gözyaşı ve kan gördüğünü anlatıyor kahramanımıza. Sevmenin ne demek olduğunu ilk defa hissediyormuş. Kitapta tercüman aracılığı ile konuşuyorlar. Aliye bu durumu cephaneliğin planını ele geçirmekte kullanacaktır. Kumandan'dan öğrendiğimize göre aşk, kumar gibiymiş. "Kazanmak için merhametsiz olmak gerekir."

Damyanos, Ömer Efendi'yi 'milliyetçilik ile suçladığında' beklemediği bir karşılık alır; "Milliyetçilik bir suç değil fazilettir Kumandan." Bir başka sahnede Fuat Bey'in O'nun evinde kalıp kalmadığını sorar. Kasabalı böyle diyormuş. "Benim evim herkese açıktır Kumandan. Bugün de siz geldiniz. Fuat Bey'i misafir ettim diye 'bugün' beni suçlayanlar, 'yarın' da sizi misafir ettiğim için suçlayacaklardır." Kumandan, bu kez 'yarın'ın ne demek olduğunu soruyor. Yanıt, bir 'oh' dedirtici; "Siz gittikten sonra demek. Biz cemaat değil milletiz. Milletler de boyunduruk altında yaşayamazlar. Elbet bir gün gideceksiniz." O koşullarda, hiç korkmadan söylenen zor cümle; "İşgal altında her gün ölmektense bir defa ölmek daha evladır." Hür olmayan bir insan zaten yaşıyor sayılmazmış.

Kocasını cepheye göndermiş bir Anadolu kadını beşik sallıyor; "Ninni, ninni, ninni//Şehit baban gelecek//Düşmanı öldürecek//Bu milletin ahını//Bir vuruşta silecek//**//Uyu yavrum sen uyu//Ver bana zemzem suyu//Al babanın hıncını//Vur Allahım vur deyu." Bir ninni için oldukça sert sözler.

Filmde cemaatin camiye sokmadığı bir kadın var. Bakkal kocası (bir önceki çevrimde 'Salim') ölüp dul kalınca hakkında söylentiler çıkmış. Aliye yardımcı olur zavallıya.

'Vurun Kahpeye'nin melodileri.

'El Cid'deki (1961) (Miklós Rózsa) 'Overture' (0.00-1.10 arası) Jeneriğin başında. 'Battle of Valencia' (son saniyeler) Kuvayı Milliyeciler tutuklanırken. 'Palace Music' öğrencilerin el-tırnak muayenesi sırasında.

'Ben Hur'daki (1959) (Miklós Rózsa) 'Prelude' 5 sahnede [(1.15 sonrası) Jeneriğin sonunda; "İsmim Aliye" diyerek yaşam öyküsünü anlatmaya başlayınca; Fuat ile göl kenarında buluştuklarında; Fuat "Cephaneliği mutlaka patlatmam lazım" derken; Cephaneliğin patlatılacağı gece, Aliye evden çıkarken). 'Love Theme' 4 sahnede (Aliye ve Fuat Bey, sokakta, karşılaştıklarında; Ömer Efendi'nin evinde göz göze geldiklerinde; Aliye, Fettah'ı bırakması için Fuat ile konuşurken; Okulun bahçesinde vedalaşırlarken).48r8r

'On the Beach'deki (1959) (Ernest Gold) 'The Mysterious Signal' 6 sahnede (Filmin başlarında Ömer Efendi ve Aliye, Hacı Fettah ve Hüseyin'in önünden geçerken; Hüseyin, ders sırasında, sınıfı gözetlerken. Aliye "Ne işiniz var orada? Çekilin" diyor; Aliye, kumandanın odasında cephaneliğin planlarını kopya ederken; Oradan çıkıp Durmuş'la konuşurken; Cephaneliği patlatmaya giden Fuat ve adamları, nehri geçerken).

'King of the Kings'deki (1961) (Miklós Rózsa) 'The Way of the Cross' Fuat, Fettah'ı tutuklatınca.

The Symphony of the Air & Choros'un 'Forest of Amazon (Floresta do Amazonas)' albümündeki (1959) (Heitor Villa-Lobos) 'Excitement Among Indians' Aliye ve düşman kumandan ilk kez göz göze geldiğinde. 'Savage War Dance' 4 sahnede (Aliye pencereden, evin etrafını çeviren düşman askerlerine bakarken; Kumandan, evde, Aliye ile Fuat hakkında konuşurken; Genç öğretmen, babasını sormak için kumandanın odasına ilk kez girerken; İkinci ziyaretinde babasının neden tutuklandığını sorarken). 'Forest Fire' 2 sahnede (Kumandanın evlilik teklifine cevap vermeye geldiğinde; O'nu bıçaklarken).

'Symphony: Mathis Der Maler (Matthias the Painter)'deki (1934) (Paul Hindemith) 'III. The Temptation of St. Anthony' Gece vakti, Fuat, Aliye'nin evine geldiğinde.

'Nihâvend Makamında Enstrümantal Saz Eseri' Aliye, Emine'nin gelin odasında Ömer Efendi ve Gülsüm Ana ile konuşurken.

'Hicâz Humâyûn Makamında Enstrümantal Saz Eseri' Gece yarısı, tulumbanın başında "Şehit çocukları ağlamaz Durmuş. Bak, ben ağlıyor muyum? Hele senin gibi büyüyünce kumandan olacak bir kahraman asla" derken.

'Hüseynî Makamında Keman Taksimi' Fuat Bey, Aliye'nin cansız bedenine sarıldığımda.

'Saba Makamında Keman Taksimi' Aliye'nin tabutuna al bayrağımız örtülürken.

Sakarya Marşı 7 sahnede var.

Aliye-Hülya Koçyiğit; Fuat Bey-Ahmet Mekin; Hüseyin-Talat Gözbak; Hacı Fettah-Ali Şen; Kumandan-Reha Yurdakul; Ömer-Vahi Öz; Gülsüm-Nezihe Güler; Maarif Müdürü-Muzaffer Yenen; Karaoğlu-Danyal Topatan; Latif-Şinasi İçsel; Haydar-Hüseyin Zan; Selim-Hakkı Kıvanç; Mahalleli-Silvana Panpani; Durmuş-Mehmet Emin; Fettah'ın karısı-Sabahat Işık; Aliye'yi kasabaya getiren at arabası; Nargile içen kasabalıları izlediğimiz mahalle kahvesi; Mevlit sahnesi çok güzeldi.

Mustafa Kemal Atatürk, 4 sahnede ve 18 saniye görüntüye geliyor. İlk çevrimdeki 'düşmana taarruz' sahnelerini bazıları burada da kullanılmış.

Aliye'yi (ilk çevrimdeki gibi) Adalet Cimcoz; Fuat'ı Hayri Esen; Hacı Fettah'ı Mümtaz Ener; Kumandan'ı Toron Karacaoğlu; Ömer Efendi'yi Vahi Öz; Karaoğlu-Danyal Topatan'ı Doğan Bavli; Maarif Müdürü-Muzaffer Yenen'i Rıza Tüzün; Durmuş'u Fatoş Balkır; Kumaş satıcısı Mehmet ve ("Kumandanın Emri var", "Sizinle görüşmek isteyenler bunlar", "Merkezden şifreli bir mesaj geldi. Çok mühimmiş", "Hocanım sizle görüşmek istiyor" diyen) diğer dört kişiyi Erdoğan Esenboğa seslendirmiş.

Aliye'nin öldürülmesi çok rahatsız edici. Halide Edip Adıvar, sanki, Fettahlar ile yeni kurulmakta olan Cumhuriyet'e ama asıl Mustafa Kemal'e vurmak istemiş. Hiç olmazsa Aliye'nin hatırı için bir şans tanısaydı.

Ölürken, çocukluğundaki 'kurbanlık kuzu' gelir aklına. 'The Silence of the Lamb'daki (1991) Clarice-Jodie Foster'ınki gibi.

'Vurun Kahpeye'nin sayfalarında öldürülen bir kadın daha var. "Kasabaya ordunun girdiğini görür görmez Kantarcıların Uzun Hüseyin Efendi'yle Hacı Fettah Efendi, iki zavallı kadının birer et parçası gibi ezilmiş olan vücutlarını bıraktılar, herkesten önce karşılamaya koştular." İkinci kadın, bakkalın dul karısı mı?

Ömer Efendi, Kuvayı Milliye'ye yardım etmekte çekingen davrananlara şunları söylüyor; "Para, pul her zaman bulunur. Ama vatan, namus bulunmaz." 
 

 YORUMLAR  ({{commentsCount}})
{{countDown || 2000}} karakter kaldı
{{comment.username}}
{{moment(comment.date).fromNow()}}
Uyarı:  Yorumunuz, yönetici tarafından onaylandıktan sonra tüm ziyaretçilerimiz tarafından görüntülenebilecektir. (Bu mesajı sadece siz görüyorsunuz)
{{reply.username}}
{{moment(reply.date).fromNow()}}
Uyarı:  Yorumunuz, yönetici tarafından onaylandıktan sonra tüm ziyaretçilerimiz tarafından görüntülenebilecektir. (Bu mesajı sadece siz görüyorsunuz)