Pertevniyal Lisesinde okudu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesinin sanat tarihi bölümünden mezun oldu. 1947'den başlayarak çeşitli dergi ve gazetelerde sinema yazıları yazdı. Üniversite yıllarında sinemayla ilgilenen Erksan, 1950'de Atlas Film için Yusuf Ziya Ortaç'ın Binnaz adlı oyununu sinemaya uyarlayarak sektöre adım attı.
07 Ocak 2022

Türk sinemasını, Yeşilçam’ı ve özellikle de kişisel bir tarih içeren anılarını yazmalıydı Metin Erksan. O özel “saptamalarıyla” “kendisini” yazmalıydı. Pandora Kitabevi’nin sahibi, yakın dostu Hüseyin Sönmez, yazması için çok büyük savaş vermişti. Anılarının adı da “Kendisi” olacaktı. Ama yazmadı, yazamadı. Oysa Sedat Simavi, yazmak istediği kitaplardan biriydi ilk dönemlerinde. Erksan’a göre “Sedat Simavi, Türk sinemasının tek kurucusu, yaratıcısı ve büyük öncüsüydü.” Onun 30. ölüm yıldönümünde (1983) bir bölümünü yazdığı tasarımından söz etmişti. İlk Türk Sinemacısı Sedat Simavi Bey‘di kitabın adı. Eğer yazılsaydı Türk sinemasının tarihi değişir miydi? Kimbilir?… 

Adımız “Metinomani”ye Çıktı

Metin Erksan’la yıllar öncesine dayanan çok özel bir dostluğumuz var. Kavgalarımızla, tartışmalarımızla, birbirimize küstüğümüzü düşünüyorum da… O yıllarda ikimiz de keçi gibi inatçı, muhalif, umursamaz ve dayatmacı olunca. Serde gençlik var ya!… Kendimize göre “Doğrucu Davut’uz” ya!… Ama yine de dargınlıklarımız, küskünlüklerimiz sabun köpüğü gibiydi. Fazla uzun sürmezdi, barışırdık sonuçta.

O; her şeye, herkese muhalif, ben ise savunduğum şeylerin arkasında duran bir kişiliğe sahip olunca nasıl kan çıkmasındı aramızda. Kaldı ki, haftalık Sinema Dergisi’nde birlikte çalıştığımız gazeteci dostum Hayri Caner’le tuttuğumuz Erksan, karizmatik kişiliği ve sinemasıyla 60’lı yıllarda vazgeçilmez idolümüzdü.

Elbette taraf olacaksınız. Doğru ya da yanlış, çünkü insansınız… Bu kaçınılmaz bir olgudur. Ama kime? İşte asıl sorun burada. “Taraf” olmanın da aşırı duygusal abartılara yaslanmadan, kendi içinde bir tutarlılığı, bir bilinci olmalı. Bir sağlam nedeni olmalı. Yoksa yandaşlığın ve abartının tuzaklarına düşüp “bertaraf” değil, asıl kötüsü “yalaka” olmanız kaçınılmazdır.

Metin Erksan’la olan birlikteliğimiz ve ondan yeri gelince övgüyle söz etmemiz, Halit Refiğ’i rahatsız etmiş olmalı ki, Hayri Caner’le bana ad takmıştı. O alaylı ve kurnazca gülüşüyle bizi açıkça “Metin Erksan manyağı” yapmıştı! Hey gidi Halit Refiğ, hey!

Çatışmalı Dostluk Günleri

Aramızda geçen bazı tatsız olaylardan sonra barıştığımız Metin Erksan’la ise ilk büyük çatışmamız, bir yazı nedeniyle gerçekleşmişti. “Türk Toplumundan Kopmuşlar ya da Kaçış Sineması Üzerine” başlıklı sert bir yazıydı bu. Ve eleştiri hedefi yalnız Erksan değil, Yalnızlar Rıhtımı‘yla Lütfi Ö. Akad, Denize İnen Sokak’la Atilla Tokatlı, Kızgın Delikanlı‘yla Ertem Göreç, Kalbe Vuran Düşman‘la Atıf Yılmaz ve Soluk Gecenin Aşk Hikâyeleri‘yle Alp Zeki Heper’di. Söz konusu yazı, aynen şöyle noktalanıyordu:

‘’EĞER BATI SİNEMASINI, TİPLERİNİ TÜRK SİNEMASINA AKTARIP YERLİ OLAMIYORLARSA, BU YÖNETMENLER YA KENDİ İNSANLARINI TANIMIYORLAR, YA DA “YENİCİ” GÖRÜNMEK İÇİN BLÖF YAPIYORLAR. TÜRKİYE’DE ÖZÜYLE, BİÇİMİYLE YABANCI BİR FİLM YAPMANIN BİR GEREĞİ YOK. ÇÜNKÜ ANTONİONİ, LOSEY, BERGMAN VE ÖTEKİLER KENDİ ÜLKELERİNDE, TÜRKİYE’DE ÖZENİLİP YAPILMAK İSTENENLERİN EN BABALARINI ORTAYA KOYUYORLAR. BİZ TÜRKİYE’DE YAŞIYORUZ. LÜTFEN BLÖFÜ, GARGARAYI, GÖSTERMELİK İLERİCİLİĞİ, AŞINMA BİÇİMCİLİĞİ BİR KENARA BIRAKIP KENDİ İÇİMİZE, KENDİ TOPLUMUMUZA DÖNELİM BEYLER…”

Tam 43 yıl önce yazılan bu eleştiri aslında Sinematek Derneği’nin aylık dergisi Yeni Sinema için kaleme alınmıştı ve nedense Onat Kutlar basımına izin vermemişti. Red gerekçesi neydi, belli değildi. Bugün bakılıp yeniden gözden geçirildiğinde 43 yıl önce izlenilip kaleme alınmış herhangi bir filmin ilk gösterimleri sizi yanıltabilir. Her izlenim yıllar sonra tartışılabilir. Ancak daha sonraki ikinci ya da yeniden izleyişlerinde kendi kendinizi sorgulayınca gerçekler net bir şekilde ortaya çıkar. Yanılgıya düşüp düşmediğiniz ancak o zaman anlayabilirsiniz. Zaman aşımlarının daima doğrucu bir yanı vardır.

Kutlar’ın basımına izin vermediği yazı, Hayri Caner’in As Dergisi / Akademik Sinema’da yayınlanınca en büyük tepki Metin Erksan’dan gelmişti. Orhan Günşiray’ın Tünel’deki film şirketinde karşılaştığımızda çılgın bir öfkeyle saldırıya uğradığımı, şemsiyesiyle üzerime yürüdüğünü anımsıyorum. Günşiray araya girip bizi ayırmıştı.

kinci çatışmamız ise Beyoğlu Aslı Han’daki sahaf Halil Bingöl’ün dükkânında gerçekleşmişti. Sahaflar Çarşısı’nda ikinci kez üzerime yürümesinin nedeni Türk Film Yönetmenleri Sözlüğü‘ndeki Erksan’la ilgili biyografisiydi. Oysa sinemasal özelliklerini içeren övgü dolu bir biyografi çalışmasıydı bu. Ne var ki, çok farklı bir kültür altyapısı olmasına karşın, Erksan’ın da diğerleri gibi en küçük bir eleştiriye asla tahammülü yoktu. İşte bu kez, Nijat Özön’ün Sevmek Zamanı filmiyle ilgili şu saptamasını biyografisinin sonuna eklemem Metin Erksan’ı iyice hırçınlaştırmıştı. Aynen şunları yazmıştı bir yazısında Özön:

“HALK SİNEMASI ÖRNEĞİ DİYE ÖNE SÜRÜLEN BU FİLMDE BATI’NIN SON ÖRNEKLERİNE ÖZENME VAR. RESNAİS’DEN, ANTONİONİ’DEN, VİSCONTİ’DEN, FELLİNİ’DEN BİR SÜRÜ ESİN VAR. BİÇİM ÖZENMELERİ VAR.”

Metin Erksan, Türk sinemasının en öfkeli, en hırçın yönetmeniydi. Kızdı mı, incinip kırıldı mı zor affeden, zor seven, zaman zaman beklenmedik ani çıkışlarla önleyemediği öfkesi yıllar boyu sürüp gittiğinde ise içine kapanan, kişiliğinden asla taviz vermeyen bir kişilikti.

 YORUMLAR  ({{commentsCount}})
{{countDown || 2000}} karakter kaldı
{{comment.username}}
{{moment(comment.date).fromNow()}}
Uyarı:  Yorumunuz, yönetici tarafından onaylandıktan sonra tüm ziyaretçilerimiz tarafından görüntülenebilecektir. (Bu mesajı sadece siz görüyorsunuz)
{{reply.username}}
{{moment(reply.date).fromNow()}}
Uyarı:  Yorumunuz, yönetici tarafından onaylandıktan sonra tüm ziyaretçilerimiz tarafından görüntülenebilecektir. (Bu mesajı sadece siz görüyorsunuz)