Bu haftaki konuğumuz değerli sinema ve tiyator oyuncusu, müzisyen Mine Çayıroğlu. Kendisini son yıllarda Parmaklıklar Ardında dizisinde izleme olanağı buluyoruz. Yakup Sancı, Mine Çayıroğlu'yla oyunculuk ve müzisyenlik serüveni üzerine keyifli bir söyleşi gerçekleştirdi.
31 Temmuz 2012

28 Aralık 1977 yılında İstanbul da doğan Mine Çayıroğlu çok küçük yaslarda şöhreti tanımış, çocukluğunu setlerde büyük insanların dünyalarında geçirmiş. İşini son derece ciddiye alan ve sürekli kendini yetiştiren, mütevazi bir sinema, tiyatro oyuncusu ve ses sanatçısıdır. Her zaman insanlara sevgi dolu bakan, içten davranan güleç yüzlü bir sanatçı...

Yakup Sancı: Sinemaya bu kadar küçük yasta nasıl başladınız?

Mine Çayıroğlu: Sinemaya başlama hikayemin ilk adımını bir akrabamın sinema sektöründeki pek çok kişi ile tanışıklığı, yönetmenlerle olan dostluk ilişkisi sayesinde çocuk oyuncu olarak başladım. Tabi o dönemler öncesi çocuk oyuncu vardı ama benim dönemimde pek çocuk oyuncu yoktu. İmparator filmi ile setle tanıştım daha sonra kırık hayatlar dizisinde çocuk oyuncu olarak çalıştım. Yönetmenler bazen oyuncuları başka kişilere önerir ya "biz oynattık, yetenekli bir oyuncu aklınızda bulunsun" gibi önerildim. Sonra Orhan Aksoy-Acımak… Osman F. Seden ile buluşmam ve "Çalıkuşu" dizisinde oynamam insanların beni tanımasına neden oldu. Sonrasında Bulgar zulmünü anlatan "yeniden doğmak" adlı dizi ile artık Türk halkının beyninde yer etmeye başladım.

Bir çocuk oyuncu olarak tabi ki teşvik edilmem önemli. Şansım da yanımdaydı. Burada kişisel başarımında önemli olduğunu düşünüyorum. İçimde, ruhumda oyunculuğa karşı olan yeteneğimin açığa çıkması için imkan gerekliydi, o imkanı buldum.

Yakup Sancı: Siz henüz 6 yaşındayken Çalıkuşu adlı diziyle ünlü bir çocuk oldunuz. Şöhreti taşımak bir çocuk için zor oldu mu?

Mine Çayıroğlu: Mutlaka oldu. Dünyadaki her çocuk oyuncunun yaşadığı zorlukları, çeşitli travmaları ben de yaşadım. Bu biraz da çocuğun karakteri ile de ilgili, en önemlisi ailenin çocuğa yaklaşımı. Bu konuda ailem çok destek verdi. Belki de iyi bir aile eğitimi aldığım için şımarmadım. Hiçbir zaman ne oldum demedim. Sanki senelerdir setlerde çalışıyormuşum gibi bir çocuktan beklenmeyecek olgunlukta karşıladım, doğal karşıladım.

Zorluk kısmı şöyle oldu, parklarda oynayacağım yaşlarda kendi yaşımdaki arkadaşlarımla vakit geçireceğim yaşlarda ben setlerdeydim. Çocukluğumu büyük insanlarla, onların dünyalarını anlamaya çalışarak geçirdim. Aslında çocuğun dünyasında zor bir durumdur. Bunu kabullenmek ve uyum sağlamak çok zordur. Bu zorluğu da bir şekilde kurtardım.

Yakup Sancı: Şöhret nasıl bir duygudur? Bu konuda zorlandınız mı?

Mine Çayıroğlu: Şöhret tabiî ki insanın başını döndüren bir duygu... Aslında biraz aşık olmak gibi. Ne kadar ruhsal anlamda sizi tatmin etse de bir yandan da zararlı olduğunu düşünüyorsunuz. Özgürlüğünüz kesinlikle gidiyor. Yapı olarak bazı insanlar teslim olurlar, bazıları da yapıları uygun olmadığı için teslim olmazlar. Sistemin içinde olmaktan sistem dışı kalmayı daha uygun görürler. Aslında kısıtlanmaktan, sınırlanmaktan hiç hoşlanmayan bir yapıda olmama ramen zaman zaman benim de özgürlüğümün olmadığını hissediyorum. Sahneye çıktığınız zaman da o sarhoşluk o adrenalin, o endorfin, o mutluluk hiçbir şeyle de ölçülemez. Aslında şöhret de tramvatik bir olgu. İnsanı şizofren de edebilir, nerdeyim? Ne oluyor? Bunu hazmedip yoluna devam etmek çok zor.

Yakup Sancı: Şöhretle ilgili olarak genç arkadaşlara yapacağınız uyarılar var mı?

Mine Çayıroğlu: Bence yetenekleri doğrultusunda isteklerde bulunulmalı. Şöhret biraz tehlikeli sözcük... Şöhret dediğiniz zaman hiç yeteneği olmayan bir balondan ibaret de olabilir, emeği ile hak ederek bir şeyleri başararak şöhret olmak daha başka bir şeydir. Bunları ayırmak lazım… Yeteneği, özverisiyle bir yerlere gelmiş ama halen o şöhreti taşıyan, o şöhreti koruyan sektörde uzun zamandır olabilen insanların söhreti en güzel şöhretdir. Bazı medya organlarınca gündem oluşturarak elde edilen şöhret geçici bir şöhrettir. Bu şöhretin sarhoşluğu da çok tehlikelidir. Her şeyden önce insan kendini bilmeli.

Yakup Sancı: Siz  seyircinin elinde büyüdünüz, bu nedenle de  seyirci sizi her projede görmek istemiyor. Bu sizi proje seçiminde sınırlıyor mu?

Mine Çayıroğlu: Oyunculuk benim için sadece şöhretten ibaret ya da para kazanıyım değil. Gelen teklif bana oyunculuk kariyerim için bir şey katacak mı? Beni geliştirecek, beni zorlayacak bir rol mü? Her şeyden önce o işten, o rolü oynamaktan keyif almam gerekiyor. İyi bir projeyse çalışmaktan keyif alacaksam tabi ki oynarım. Öyle proje her zaman gelse her zaman oynarım. Bir de bu biraz şans işi çünkü sektörde ekmek yiyen bir sürü insan var. Benim jenarasyonum da çok başarılı oyuncular var. Kısmet kime gelirse o oynuyor. Ama seçiciyim bu doğru.

Yakup Sancı: Müzik eğitimine küçük yaşlarda başladınız, Sizi teşvik eden kim oldu?

Mine Çayıroğlu: Benim şöyle bir anım var. 7-8 yaşlarındaydım çocuk oyuncu olarak yeni yeni tanınıyorum. Çocukluğum Şile de geçti. Şile de şato otel vardı, ailemle birlikte eğlenmeye gitmiştik. Melih Kibar da oraya yemeğe gelmiş. Ben çok rahat bir çocuktum, çeşitli taklitler yapar, sahneye çıkar şarkı söylerdim. Orada da sahneye çıktım Sezen Aksu’nun "sen ağlama" şarkısını söylemeye başladım. Melih Kibar dayanamadı herhalde piyanonun başına geçip çalmaya başladı. Sonra annemle babamın bulunduğu masaya geldi "çok sağlam bir kulağı var, müzikle de ilgili kendini geliştirsin" dedi. Demek ki iyi bir performans gösterdim hoşuna gitti. Sonrasında babam da teşvik etti solfej dersleri almaya başladım… Güzin Gürel’den bir dönem dersler aldım. Sonra okula girdim oyunculuk akademisinde zaten müzik, oyunculuk, dans hepsini veriyorlar. Oyuncu her şekliyle eğitiliyor. Daha sonra da Nilgün Serimoğlu’ndan dersler almaya başladım, halen de devam ediyor.

Yakup Sancı: Oyunculuktan şarkıcılığa adım attınız,  bu konuda söylemek istedikleriniz neler?

Mine Çayıroğlu: Okul bittikten sonra bir albüm yaptık Mete Özgenci ile. O dönem sahne aldım. Halen de devam ediyorum. Müziği çok sevdiğim için bir müzik atölyesi kurduk. Hem albüm yapıyım hem de kişisel tatmin anlamında. Kendi bestelerimi yapmaya başladım, eşim de müzisyen zaten. Beraber üretiyoruz. Öyle bir şansım var. İkinci bir albüm düşünüyorum. Oyunculukla müzik ikisi bir arada gayet güzel götürülebilir. Yeteneklerle alakalı bir şey… Bizde ‘’oyuncu niye müzik yapıyor? Müzikçi niye oyunculuk yapıyor?’’ Gibi gereksiz düşünceler var bazı insanlarda. Zaten yurtdışındaki okullara, konservatuar sınavlarına gittiğimiz zaman oyuncunun sesine, fiziğine, dansına her türlü özelliklerine, yeteneğine göre seçim yapılıyor. İyi bir oyuncu illaki albüm yapacak diye bir şey yok tabi ki. Ama sesi güzelse albüm de yapabilir, yapmalı. Dünyada bunun pek çok örneği var. Bizde niye olmasın. Ben oyunculuğu da müziği de seviyorum, her iki alanda da yeteneğim olduğunu düşünüyorum. Sahneyi de çok seviyorum. Tiyatrodan gelen bir sahne deneyimim var ama müzikle sahne başka bir şey tabi. Daha yolun başındayım. Yaptığım işlerdeki başarım varsa bunu insanlar taktir eder. Ben oldum tamam, her şeyi biliyorum demek çok iddalı bir söz. O nedenle ben henüz olmadım, daha yolun başındayım.

Yakup Sancı: Nüket Duru sizin için "ilerde bizden kalan boşluğu dolduracak bir isim bence" dedi. Bu konuda ne dersiniz?

Mine Çayıroğlu: Böyle düşünmesi tabi ki gurur verir, beni onurlandırır ama herkesin yeri farklıdır. Hiçbir zaman Nükhet Hanımın olsun başka birinin olsun yerini dolduramam. Belki başka bir yer bulabilirim, kendime bir yer edinebilirim diye düşünüyorum. Ama böyle takdir edilmekte mutluluk verici…

Yakup Sancı: Oyunculuk eğitimi için İngiltere'ye gittiniz. Bu konuda söylemek istedikleriniz neler?

Mine Çayıroğlu: İngiltere eğitimim bana neler kazandırdı, neler öğrendim bunları çalıştıkça, emek harcadıkça görebilirim. Çalışmadığımız zaman ne ben ne de izleyici bir şey göremez. Deneyimlerle var oluyoruz. Almış olduğumuz eğitim de deneyimlerle nerde ne kadarını almışım? Sorusunun yanıtını buluyoruz. Ortaokuldan beri kafama koymuştum yurtdışında bir akademide öğrenim görmeyi hep düşünmüşümdür. Müzik, dans, oyunculuk konularında konservatuar eğitimi almak istiyordum bu eğitimi de yurtdışında almak istedim. Öyle tercih ettim. Burada verilen eğitimler yetersiz anlamında değil tabi ki, benim tercihim o yönde oldu. Lisan bakımından belki uluslararası boyutta oradan bir yerlere açılabilmek adına böyle bir tercih yaptım.

Bunun dışında Haluk Bilginer’den dersler aldım. Sağ olsun beni kırmadı, çalıştırdı. Zuhal Olcay çok destek verdi. Bu okula da sınavlarla girdim zaten. Hani parayı veriyim de gidip okuyum değildi. Ya da kursa gitmek gibi değildi. Yetenek sınavlarına giriyorsunuz ve bu sınavlar üç aşamalı oluyor. Bu sınavları verdim oranın altı büyük drama okullarından birine gidiyim istedim. Biraz da büyük hayallerle gittim. Sonra oradaki serüvenim başladı. Son dönemlerde birkaç başrol verdiler, tiyatro da oynadım. Sonra bir endişeye kapıldım 3.5 yıl gibi uzun zaman orada kalınca geri dönmek istedim. Burada bir kariyerim var diye geldim ama çok ta bir şey değişmemiş. Her şey bıraktığım gibi duruyor. Orada biraz daha kalsaydım aslında, gerçi yine yapabilirim daha gencim ama her şey sıcağı sıcağına yapılınca daha güzel oluyor. Bu sene gideyim diyordum, bu sene de hamileliğim engel oldu. Önümüzdeki sene ne olacak bakalım. Niyetim yine yurtdışında denemek. Çünkü İngiltere de çok zor oyunculuğunu kabul ettirmen. Amerika’dan bile İngiltere’ye oyunculuk eğitimi almaya gidiyorlar. Oyuncu Londra da bir tiyatro yaptığı zaman saygınlık kazanıyor. Orası için "oyuncunun er meydanı" deniliyor. Bu nedenle oradaki oyunculuk eğitimi macerama devam etmek niyetindeyim.

Yakup Sancı: Eğitiminizi tamamlayıp yurda döndükten sonra  2004 yılında ‘’Metropol Kabusu’’ adlı filmde başrol oynadınız ve aynı senede "Zümrüt Gibi" albümünüz  piyasaya çıktı. Albüm istediğiniz gibi oldu mu? İstediğiniz kitleye ulaşabildiniz mi?

Mine Çayıroğlu: "Metropol Kabusu"  filminin yönetmeni Ümit. C. Güven daha önce çektiği ‘’sır çocukları’’ filminde benim oynamamı çok istiyordu ama olmadı, kısmet değilmiş. ‘’Metropol Kabusu’’ filminde çalıştık. Sözünü sakınmayan bir kişi, ileriye dönük iyi işler yapacağına inanıyorum. Biraz stratejik olmak gerekiyor sanırım ama herkesin yapısı da bunu müsait değil, kabullenmiyor. Dürüst olmak, net olmak güzel bir özellik ancak maalesef iş dünyasında bu olumsuz bir özellik olarak yansıyor. Bence bu konuda biraz sıkıntı çekiyor diye düşünüyorum.

Albümdeki besteler Mete Özgenci’nin. İlk albümüm beklentimin üstünde ilgi gördü. Birde benim oyunculuktan gelme bir kimliğim olduğu için insanların bunu önce bir anlaması, süzgecinden geçirmesi, Mine’yi şarkı söylerken benimsemesi zaman alır. Mutlaka insanlar önyargı ile bakmışlardır. Benim arkadaş çevremde bile buna benzer sözler söylendiği oldu. İşte "Mine oyuncuydun, gereği var mıydı?" gibi. Benim için çok anlamsız dinlemeden değerlendirmekte anlamsız. Dinledikten sonra da ya da sahnede performansımı gördükten sonra fikrini değiştiren çok oldu. Ama benim yeteri derecede albümden sonra bir sahne deneyimim olmadı. Umarım bunu ikinci albümde yaparım. Müzikal anlamada insanların beyninde bir kimlik oluşturamadım, bu da zamanla olabilecek bir şey.

Yakup Sancı: Farklı mekanlarda sahne aldınız. Müzikte hedefiniz nedir?

Mine Çayıroğlu: Zincirlikuyu da bir mekanda, sonra Yedikule zindanlarında bir konser verdim. Karaoke clup de sahne aldım. Ama bunlar beni tatmin eden şeyler değildi. Ben daha çok açık hava konserleri hayal ediyorum. Bunu yapmak içinde önce müziğe yatırım yapmak gerekiyor ki bu hayaller gerçek olsun. Dediğim gibi yolun başındayım. Her şey hayal etmekten geçiyor bende hayal ediyorum şimdilik. Hayal kurmadan bu işler olmuyor.

Yakup Sancı: Sizinde  artik 2008 yılında kurduğunuz  ALTONA Müzik & Film Yapım adlı bir şirketiniz var. Bu şirketi ne amaçla kurdunuz, neler yapmak istiyorsunuz?

Mine Çayıroğlu: Reklam müziği, dizi müziği bir takım televizyon programları üretebileceğimiz bir şirket kurarak bunları hayata geçirelim istedik. Ama henüz başlamadık. Şimdilik bir şirket kurmuş olduk. Müzik atölyesini albüm için kurduk, bir yere kapanalım dış dünya ile ilişkimiz kesilsin ki yoğunlaşalım diye… Albümle ilgili çalışmalar yaptık. Özgür’ün (eşi) müzikal ruhuna ve tecrübesine inanıyor, güveniyorum. Uyuşmak çok önemli ben ne istiyorsam o da onu düşünmüş oluyor ya da onun düşündüğünü ben hissediyorum. O bir şeyler çalarken ben söz yazabiliyorum. Söz yazdığım zaman hemen besteleyebiliyor. Aramızda güzel bir uyum var. Bunun da yansımasını insanlarla bir şekilde paylaşmak istiyorum tabi ki. Bu anlamda kapandık atölyeye. Sonrasında da altona müzik şirketini kurduk, altona ile ilgili başka projelerimiz var. Zamanla bunları hayata geçireceğiz.

Yakup Sancı: Tiyatro oyunculuğunuzda var. Bu konuda neler söylemek istersiniz?

Mine Çayıroğlu: Tiyatroya İngiltere de başladım. İngiltere’ye gitmeden önce tiyatro yapmamıştım.  Orestiya Triloji ile başladım.  Troya prensesi Kassandra’yı oynadım. Sonra buraya geldiğimde Ray Cooney’nin oyunlarını oynadım. Çok da severim aslında komedi oynamayı. Yine Ray Cooney oyunu ‘’şimdi yaşa sonra öde’’ bu oyunu Suat Sungur, Tarkan Koç ile Akatlar Kültür Merkezinde oynamıştık. Sadri Alışık Tiyatrosunda Yine Ray Cooney oyunu "komik para" Ali Sunal, Kerem Alışık, Didem Uzel ile oynadık. Bu oyunlarda çok keyif aldım. Genelde dramatik rollerin oyuncusu oldum bir dönem, hep komedi rolleri istiyordum. Komedi oyunlarında kendimi gösterme şansını elde ettim. O açıdan da iyi oldu. Bir oyuncu hep aynı rolleri oynaması oyuncuyu köreltiyor. Kendini geliştirecek bir yer kalmıyor. Kendini tanımak adına, oyunculuk adına sınırları biraz zorlamak gerekiyor. Eğitim almak başlı başına bir şey değil zaten. Ben aslında stajımı önce yaptım eğitimi sonra aldım. İnsanlar önce eğitim yapar sonra staja gider benim biraz ters oldu ama daha iyi oldu.

Yakup Sancı: 1991’de daha Güneydoğu’da terör ve OHAL bütün şiddetiyle sürerken, Van-Çatak’ta bir aşk filmi çekildi: Siyabend ü Xece / Siyabent ile Hatice. Bu filmde başrolü Tarık Akan’la paylaştınız. Bu kadar güzel ve önemli bir filminde başrol oyuncususunuz... Bu filmle ilgili görüşlerinizi söyler misiniz?

Mine Çayıroğlu: Değişik kültürlerle kaynaşmak bir oyuncu için büyük bir zenginlik. Zengin bir kültürü anlatmak açısından bir aşk destanı dile getiriliyor. Oradaki yöresel kostümler olsun, insani ilişkiler olsun o kültür hakkında size pek çok bilgi veriyor. Bu da güzel bir şey... Türkiye de bir kültür mozayiği var bunu da yakından tanıma fırsatını, bu şansı elde etmiş olmakta benim için tabi ki çok önemli. Örneğin Van-Çatak da çalışıyoruz. Orada insanlar Türkçe konuşamıyor, kendi lisanlarını konuşuyorlar. Oradaki renk cümbüşünü bir görseniz o gümüş takılar, giydikleri kostümler çıvıl cıvıl, bir çiçek bahçesi gibiler. Bunları görmek bu kültürün insanlarını tanımak insan olarak bir defa çok mutluluk verici bir şey… Oyuncu olarak görsel bir şölen… Başka bir dünyanın içine girdim orada. Bu filmde çalışırken yaşımda küçüktü, o dünya beni çok etkilemişti. Filmde bende o yöresel kostümleri giydim. Gümüş kemerler, bir de küpe vardı neredeyse kulağım deliniyordu, çok ağır bir küpeydi. O yöre insanları küçücük çocukların bile takılarını eksik etmiyorlar. Görsel anlamda estetiğe o kadar önem veriyorlar ki anlatamam. Bir oyuncunun ilk bakacağı şey estetiktir. Estetik duygusundan yola çıkıyorsunuz zaten.

Bunun dışında tabi zor şartlarda çekim yaptık. İnsanların inancı, yaptığı iş’e olan sevgisi o ağır koşullarda bile saygıyı sevgiyi koruması ile bu ağır koşullarda çalıştık. Tabi ki bu anlattıklarımız bundan 20 sene önceydi. Şimdi oralar nasıl oldu bilmiyorum. Bir de bu film hakkında hiçbir bilgim yok. Ben oynadım ve yaşadığım deneyimler bunları biliyorum. Filmi görmedim. Görmediğim için film hakkında hiçbir fikrim yok. Bildiğim filmde çok büyük bir emek var ama filmin nasıl bir film olduğuna dair bir fikrim yok.

Filmin siyasi bir yönü yok. Kürt aşk destanı... Nasıl Ferhat ile şirin, Aslı ile Kerem gibi onların da kültürünün bir parçası olan bir aşk destanı. Her kültürün aşk destanı işlenebileceği gibi bu da sinemada işlenebilecek bir konu. Çok merak ediyorum bu filmi. O zamanlar ergenlik döneminde bir oyuncuydum, ne yaptım? Nasıl oynadım merak ediyorum. Hikaye hangi dinden, dilden olursa olsun sonuçta sinema evrenseldir. Sinema bağımsız bir sanat… Zaten öyle olması gerekir, başka türlü sinema olmaz ki.

Yakup Sancı: Parmaklıklar Ardında isimli dizide rol gereği saçınızı  kestirdiniz. Bu konuda tepki aldınız mı?

Mine Çayıroğlu: Uzadılar artık. Oyuncu kendini değiştirebilir. Rol gereği bu yapılır çok doğal bir şey. Rolünüz ne gerektiriyorsa sonuçta oyuncusunuz o kimliğe bürüneceksiniz. Bundan daha doğal bir şey olmaz. Gerekirse rol için yine kestirebilirim. İnsanlar rol için 20 kilo veriyorlar bir saç kestirmek o kadar zor olmasa gerek.

Yakup Sancı: Beyza’nın kadınları filminde fahişe rolü oynadınız. Bu rolü iyi oynamak için neler yaptınız?

Mine Çayıroğlu: Seri katil oynayacak biri bir seri katille dolaşmıyor nasıl öldürüyor acaba diye siz de onu izlemiyorsunuz. Ya da seri katili oynamak için ben seri katil oynayacağım ama önce birkaç kişiyi öldüreyim deneyim olsun demiyorlar. Ben daha çok şunun üzerinde durdum. Orada oynadığım rol aslında fahişeliğinden önce nevrotik bir kişilik olması önemliydi. Bu konuda yoğunlaştım, psikolog bir arkadaşım vardı ondan dinledim, kendim araştırdım kitaplardan. Yoksa tabi ki fahişe ile ilgili bir fikir vardı. Nasıl hareket ettiğini biliyordum. Tabi ki gözlem yapılması gerekiyorsa yapılır da ama ben nevrotik bir fahişe oynayacağım için nevrotik kişiliği hakkında bilgi sahibi olmam gerekiyordu, onu düşündüm onun üzerinde durdum. Çalışmalarımı bu konu üzerinde yaptım. Bir oyuncu için gözlem çok önemli. Gözlemlemek ne kadar önemliyse bir oyuncu için içgüdüsel kodlar da önemli. Bu her insanın içinde olan şeydir. İyi ve kötü duygular her insanın içinde olan doğal içgüdülerdir. Kimse melek ya da şeytan değil ama o duygular mutlaka insanın içinde var olan şeyler. Onu ne zaman çekip çıkaracağınız size kalmış. Oyuncu olunca da bunları çekip çıkartıyor kullanabiliyorsunuz.

Yakup Sancı: Bu günlerde doğum yapacaksınız. Çocuğunuzun cinsiyeti ve adını ne koyacağınızı öğrenebilir miyiz?

Mine Çayıroğlu: Cinsiyeti belli tabi erkek… Adı belli, belli değil. Birkaç isim üzerinde duruyoruz ama henüz karar vermedik.

Yakup Sancı: Bir sanatçının, oyunculuğunu görmüş, sesini dinlemiş, filmini izlemiş, tablosuna bakmış, müziğini duymuş olabiliriz. Bunlar hakkında düşüncelerimizi söylemek ve onların da bu düşüncelerimize saygı duymasını beklemek bizim hakkımız. Peki, sınırlarımızı aşarak hiçbir şey bilmeden pek çok şey hakkında da yorum yapmak hakkımız mı? Buna saygı duyacak olan var mı? Güzel kalbini bizler için aralayan Mine Çayıroğlu’na Teşekkürler.

Kaynak
Yakup Sancı
 YORUMLAR  ({{commentsCount}})
{{countDown || 2000}} karakter kaldı
{{comment.username}}
{{moment(comment.date).fromNow()}}
Uyarı:  Yorumunuz, yönetici tarafından onaylandıktan sonra tüm ziyaretçilerimiz tarafından görüntülenebilecektir. (Bu mesajı sadece siz görüyorsunuz)
{{reply.username}}
{{moment(reply.date).fromNow()}}
Uyarı:  Yorumunuz, yönetici tarafından onaylandıktan sonra tüm ziyaretçilerimiz tarafından görüntülenebilecektir. (Bu mesajı sadece siz görüyorsunuz)