YORUMLAR  (1)
2000 karakter kaldı
serdardemirkiran
8 yıl önce
“Gerçek, gerçektir onu değiştiremezsin” Herkesin derdini paylaşıp, çözüm arayan, ancak kimsenin onun derdiyle ilgilenmediği, herkesçe sevilen ama yalnız bir adamın, Mr. Singer’in hikayesi. Film, edebiyat dünyasının geçirdiği hastalıklar nedeniyle çok erken kaybettiği Carson McCullers’ın 1940 tarihli yazmış olduğu ilk romanından uyarlanmıştır. Gerçek adı Lula Carson Smith olan Carson McCullers (19.02.1917 / 29.09.1967) İlk romanı olan (Yalnız Bir Avcıdır Yürek / The Heart Is a Lonely Hunter) da Amerika’nın güney eyaletlerinde toplumdan dışlanmış, uyumsuz kişiliklerin daha çok manevi yalnızlıklarını konu alır. İnsan sevgisiyle dolu John Singer (A. Arkin) sağır ve dilsizdir, el hareket diliyle ve yazdığı kartlarını gösterek anlaşır insanlarla. Kuyumculuk yapmaktadır. Kendisi gibi sağır ve dilsiz, zeka olarakta hayli aşağıda olduğundan ilgi ve bakım isteyen, bu nedenle akrabaları tarafından dışlanan arkadaşı Spiros Antonapoulos (C.McCann) başka bir kentte hastaneye yatırılmak istenmesi nedeniyle onun vasiliğini alıp, onunla ilgilenmek için o da o kente gider, kiralık bir oda tutar.Kaldığı evde, ona odayı kiralayan Bay ve bayan Kelly ile 10 yaşındaki oğulları Bubber’la, ergenliğe geçiş döneminde olan herkesin “Mick” dediği evin genç kızı Margaret (S. Locke) vardır. Babaları geçirdiği bir rahatsızlık nedeniyle çalışamamakta evde saat tamir etmektedir. Önceleri hepsinin dışladığı, üst kattaki yeni kiracıları Bay Singer, zamanla onların sorunlarını paylaştıkları dostları olacaktır. Singer kadar, bu filmde en önemli karakterlerden olan Mick’i oynayan Sondra Locke’ın da bu ilk filmi, 15 yaşındaki genç kızı çok başarılı canlandıran Locke, o yıl 23 yaşındaydı. Öyküye, John Singer’in yardım ettiği işsiz aylak Jake Blount(S.Keach), zenci doktor Copeland, onun kızı Portia ve damadı da dahil olacaktır. Kendi yalnızlığının içinde, sağır ve dilsiz John Singer etrafındaki herkesi anlamaya çalışır, kimin yalnızlığı varsa onu gidermeye çalışır. Mick’in müzik tutkusunu farkedip onunla yakınlaşmak için Mozart’ın plağını alması ve birlikte dinlerken, duyuyormuş gibi Mitch’e eşlik etmesi, müzik sona ermesine rağmen onun devam ettiği sahne son derece duygu yüklüdür. Ancak bu kadar elinden geldiğince herkese yardım için koşarken, kimsenin aklına “John’un derdi var mı?” demek gelmez. Fedakarlıklarının karşılığını göremez, bir karşılık beklemekte midir? onu da bilemeyiz.Ve öykü son derece mutsuz bir sona doğru ilerler. Belki hepimizin John gibi kendimizi yaptıklarımızın karşılığını hayattan alamadığımızı hissettiğimiz mutsuz anlarımız olmuştur. Toplumun kenarında kalmış kişilerin, ezik ve acılı dünyalarını anlatmada usta yazarın öyküsü sinemada da romandaki özünü korumayı başararak son derece duygulu, yer yer de izleyende acımtırak bir tat bırakan mizahi bir dille anlatılarak hayli başarılı bir film olmuş. James Wong Howe’un görüntüleri çok çok iyi. Yönetmen Robert Ellis Miller’in en iyi filmi. Alan Arkin tek kelimeyle mükemmel, ilk filmi olan Sondra Locke harika, yan kadro falsosuz. 1968 deki 41. Oscar ödüllerinde iki adaylığı bulunan film, (En İyi Erkek Oyuncu da Alan Arkin, ödülü “Charly” ile Cliff Robertson’a, En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu da Sondra Locke, ödülü “Rosemary’nin Bebeği” deki Ruth Gordon’a kaptırmıştı) ödülleri alamamıştı. Magazin bilgisi olarak ta Sondra Locke’ın gerçek hayatta uzun yıllar Clint Eastwood’la (1976- 1988) birlikteliği olduğunu da belirtelim. Filmde, babasının Mitc’e, “O kadar yüksek sesle inkar ediyorsun ki, doğru olduğuna inanacağız neredeyse” sözü ve annesinin Mitc’e artık okula gitmiyeceksin derken “Biriyle tanışır ve evlenirsin, eğer şanslıysan onu seversin, çocukların olur. Hayat budur Mick, hepsi budur” deyişi ve Mitch’in ağlayışı… Akılda kalan replikler ve hüzünlendiren sahneler arasında. Filmde John Singer’in sakin ve bilge görünüşünün altındaki hüznün, konuşacak kimse olmadığında sokaklarda tek başına gezerken, kendi kendine konuşmasını ellerininin hareketleriyle sunması yalnızlığın ne büyük bir sorun olduğunu bize gösteriyor. Yalnızlığın en ürkütücü yanı, sessizlikte hissedilen iç sestir derler, onunla yakınlaşmayı bilemediysek, kendimizle yüzleşmezsek , bir yön seçip o yönde ilerleyemezsek yürek hep huzursuz ve doyumsuz kalacaktır. Yalnızlık ve mutsuzluk aslında insanların en büyük sorunu. Bildiğinizi sandığım bir fıkradır. “Adam, doktora gelir ve “çok mutsuzum, hayata hiç gülerek bakamıyorum doktor bey” der. Doktor, “sana ilaç yazmıyorum, şu köşebaşında bir sirk var ve orada bir palyaço, müthiş biri git onu seyret derdin tasan kalmayacak, buna emin olabilirsin” deyince, adam doktora dönüp, “O palyaço benim”der. O hesapla maalesef bu dünyada herkes kendi derdi tasasıyla yaşamak durumunda. Kiminin ki çok, kiminin ki az… Bu son derece kaliteli filmi tüm sinemaseverlere öneririm. Ancak kolay bir film olmadığını, filmin anlattığı o kırılgan ve naif dokuya, sizinde tüm içtenliğinizle yaklaşmanızı isteyen bir film olduğunu hatırlatarak, dakikalar ilerledikçe film sizi de içine çekecektir zaten. Sinemanın çok başarılı örneklerinden, es geçmemenizi öneririm. İyi seyirler…