Sinema tarihimize bakıldığında Eşcinsel Sinema Geleneğinin 1960 yılından sonra başladığını görüyoruz. 1960 yılına kadar ise çekilmiş spesifik bir eşcinsel filmi yoktur.
31 Temmuz 2012

Sinema tarihimize bakıldığında Eşcinsel Sinema Geleneğinin 1960 yılından sonra başladığını görüyoruz. 1960 yılına kadar ise çekilmiş spesifik bir eşcinsel filmi yoktur. Şüphesiz muhafazakar ve erkek egemen bir toplum olmanın bir getirisidir bu. 1980 yılına kadar ise erkek eşcinselliği hep tabu olarak görülmüş bu konuda film çekilmemiştir.Oysaki 60”lı yılların sonuna doğru ve bilhassa 1968 yılından itibaren dünya sinemasında eşcinsel film devrimi yaşanmış özellikle Paul Morrissey yönetmenliğinde çekilen bir takım üçlemeler ve bağımsız sinema denemeleri o yıllara damgasını vurmuştur.

Eşcinsel temalı ilk film Ver Elini İstanbul (1962)'dur. Gerçi film eşcinselliği bir yaşam biçimi olarak irdelemez ama bir ilk olmak adına filmde iki kadının (Mualla Kavur ve Leyla Sayar) öpüşmesi dikkat çekicidir.
(Yönetmen: Aydın Arakon, Senaryo: Ali Kaptanoğlu müstear ismi ile Attilâ İlhan) Attilâ İlhan”ın müstear isim kullanarak senaryoyu kaleme alışı aslında o dönem eşcinselliğe bakış açısını bir anlamda özetlemektedir.

Sinema Duayeni Atıf Yılmaz’ın İki Gemi Yanyana (1963) adlı filminde Suzan Avcı ve Sevda Nur öpüşürler ancak bu da eşcinsellik temelinde olmayan masum bir öpücükten öte geçmez.  “Haremde Dört Kadın(1965)” adlı filmde, Halit Refiğ, Osmanlı döneminin sosyo-ekonomik koşullarıyla birlikte lezbiyenliği anlatmıştır. Ama bu filmde de eşcinsellik üstünkörü işlenmiştir. 

Lezbiyenlik ve kadın cinselliği seks furyası ile birlikte, 1974–1979 yılları arasında cinsel giderim ve sömürü aracı olarak sinemada yer almıştır. Komedi ve macera temalı seks filmlerinde bazen abla-baldız bazen ise arkadaş grubu içinde yer alan kadınlar filme konan basma kalıp senaryolarla birbirleri ile seviştirilmişlerdir. 70”li yıllar kendinden önceki dönemin bir adım önüne geçmesi gerekirken, sinemada eşcinsellik teması daha da vahim bir hal almış, 60”lı yıllarla göre, bütün sinema sektörünü etkileyen buhran; sinema kalitesini kat kat geriletmiştir.

1979 yılı ve 80 darbesi ile biten seks furyası bambaşka bir kadını yaratmıştır. Artık cinsel tatmin için seviştirilen kadın değil, hemcinsinden hoşlandığı için sevişen kadın vardır. 80”li yıllar ile başlayan özgürlükçü liberal dönemde cinsel bir obje olmaktan kurtulan kadın sinemaya hem heteroseksüel hem de homoseksüel açıdan damgasını vuracaktır.

Seks furyasının erkek eşcinselliğine de pek yaradığı söylenemez. Zira konu daima feminenlik, makyaj yapan erkek, travestilik ve kadınsı erkek olarak algılanmaya gebe kalmıştır. Konunun be denli kısır olarak algılanmasında şüphesiz 1980 tarihli Osman F. Seden’in çektiği Beddua filminin etkisi büyüktür. Çünkü filmde Bülent Ersoy erkeklik ve kadınlık arasında arada kalmış eşcinsel bir şarkıcıyı oynar.  Bu nedenle filmin eşcinsellik kavramının içini doldurmadığı, hatta tepkilere yol açarak sansürcü ve muhafazakar zihniyetlerin ekmeğine yağ sürdüğü ortadadır.

Usta yönetmen Halit Refiğ Haremde Dört Kadın (1965)'den sonra  “İhtiras Fırtınası (1983)” adlı filmle birbirinden hoşlanan iki kadını ele almıştır. Aynı erkekten hoşlanan ama birbirine sıkı sıkıya bağlı olan  iki kadını oynayan Gülşen Bubikoğlu ve Zuhal Olcay’ın performansı gerçekten çok iyidir.

Yine kötü bir erkek eşcinsel filmi denemesi olarak Kadir İnanır’ın başrol oynadığı yönetmen Eser Zorlu”nun filmi “Acılar Paylaşılmaz (1989)” gösterilebilir. Fakat film içinde yer alan psikolojik çıkarımlar ve davranış şekilleri olarak gerçeklerden son derece uzaktır. 80”li yıllarda bol miktarda çekilen popülist türk filmlerinde erkek eşcinselliği genelde yan unsur olarak yer almıştır. Zengin fabrikatörler ve ünlü iş adamları olarak filmlerde karşımıza çıkan oyuncular filmin senaryosu gereği kendilerine bir erkek sevgili edinirler. Paralarını nereye harcayacağını bilemeyen ve karısından gizli olarak bunu yapan bu erkek modeli neredeyse her filmde mutlaka vardır. Eşcinselliğin uzağından dahi geçemeyen bu anlayış filmin finalinde eşcinsel karakterin, ortaya çıkması ve onun toplum tarafından aşağılanmasıyla son bulur. Bu karakterler çoğu zaman da filmde intihar eder.(Recep Bülbülses-Ayhan-Suçlu Gençlik-1985)

80'lerin eşcinsel erkek modeli bazen de tabiri caiz ise “kahpe” bir model teşkil eder. Şemsi İnkaya ve Cem Özer tarafında defalarca canlandırılan bu model eşcinseller, para için her şeyi yapan, en yakın arkadaşlarını satan, fuhuşa aracılık eden tiksindirici bir model teşkil ederler. Kendi onurlarının olmayışı yanında rahatlıkla cinayet dahi işlerler. Bu nedenle 80”li yılların erkek eşcinselleri gülünç ve kadınsı olması yanın da iğrençtir de... (Şemsi İnkaya-Sultan-Kıskıvrak-1986, Cem Özer-Zirvenin Bedeli-1989)

Filmin hemen başında yer alan çıplak kadın bedenlerinin resmedilişi ile dikkat çeken Atıf Yılmaz filmi “Dul Bir Kadın(1985)” ise lezbiyenliğe; cinsellik yanında sevgi aşk temelinde bakmaktadır. 1992 yılında çektiği Düş Gezginleri” ise eşcinsel kadının beyni ile hareket edişi üzerine zirve bir filmdir. Filmde çok iyi eğitimli bir kadınla çocukluk arkadaşının bazen pornografiye uzanan ihtiraslı ilişkileri anlatılır. Artık 70”lerde zoraki seviştirilen kadınlar, hoşlandıkları için bu ilişkiye sıcak bakmaları yanında lezbiyenliğin meşruluk zemini de komple değiştirmişlerdir. Lezbiyen karakter bazen doktor, bazen de zengin bir kocanın mutsuz karısı olarak karşımıza çıkmaktadır. Sosyal statü sahibi, kültürlü bireylerin de eşcinsel olabileceği nihayet düşünülmeye başlanmıştır.

80'li yıllar erkek eşcinselliğine bu denli acımasız yaklaşmışken 90'lar erkekler için milat olacaktır. Atıf Yılmaz filmi Gece, Melek ve Bizim Çocuklar (1993)'da eşcinsellik realitesi ile hat safhadadır. Filmde rol alan gerçek travestiler bir komedi ya da aşağılama öğesi olarak değil, yaşam realitesi olarak filme konmuştur. Fahişeler ve para için eşcinsel olan erkeler yanında, ruhu ve bedeni ile tamamen kendini 3. cinse yakın hisseden karakterler filmin unutulmazları arasındadır.

Mustafa Altıoklar’ın yönettiği ‘İstanbul Kanatlarımın Altında’ (1996) ve Ferzan Özpetek’in yönettiği ‘Hamam’ (1997) filmlerinde de eşcinsel öğeler vardır. Ancak “Hamam” çok başarılı bir sanat filmidir de...

Kutluğ Ataman tarafında çekilen ‘Lola ve Bilidikid(1998),  eşcinsel sinema geleneği olamayan Türk Sineması için en iyilerden kabul edilir. Film eşcinsellik temasını her yönüyle ele alır. Bu filmin eşcinselliğe değinen diğer filmlerden farkı %100 eşcinsel filmidir. Dünyadaki örnekleri ile yarışacak kadar sert bir filmdir. Aynı yönetmenin ‘İki Genç Kız(2004)’’ adlı filmi ise sanatsal gayelerle yapılmış daha soft bir eşcinsel filmidir.
Canan Gerede’nin yönettiği ‘Robert'ın Filmi’ (1990) ise eşcinsellik kavramını A'dan Z'ye inceleyen etkileyici bir filmdir.

Dünyadaki emsalleri ile kıyaslandığında kat kat geride kaldığı varit olan bu sinema geleneği mihenk taşı olarak kabul edilen 90”lı yılların başından itibaren farklı bir tartışmayı da beraberinde getirmiştir: Ödüller… Düş Gezginleri, Dönersen Islık Çal, Lola ve Blidikit, Hamam, Cahil Periler, İstanbul Kanatlarımın Altında gibi filmler büyük beğeni toplayarak bir anlamda ödüle boğulmuştur. 90'lı yılların eşcinsel olmayan ama aynı paralelde cinselliği sorgulayan Cazibe Hanımın Gündüz Düşleri, Mum Kokulu Kadınlar, Kız Kulesi Aşıkları gibi entelektüel sanat filmleri de yayınlandıkları yıl neredeyse tüm ödülleri toplamıştır. Tüm bunlar içe dönük aynı zamanda da cinselliğe aç bir toplumun göstereceği reaksiyonlardır. Bir yandan gizli kapılar ardında saklanmaya mahkum edilen bir yandan da karşı koymaksızın kabul gören cinsellik olgusu, sinemada hak ettiği değeri bu şekilde görmeye başlamıştır.

2000”li yılların başından itibaren ise sinemada, 90'lardaki kalitede özgün eşcinsel filmleri olmasa da sadece eşcinselliği anlatan ya da eşcinselliğe reel perspektifte değinen filmlerin yapıldığını görüyoruz. Yukarıda adı geçen ve 2004 yılında ödül yağmuruna tutulan “İki Genç Kız” adlı film karmaşık duygusal ilişkilerin ve eşcinselliğin sorgulandığı bir film olmuştur. 2009 yapımı Mahsun Kırmızıgül”ün yönettiği “Güneşi Gördüm” adlı film ise eşcinselliğin sosyal ve tramvatik neticelerini gözler önüne sermiştir. Çoğu insanın bakmaktan dahi korktuğu travestilerin aslında iç dünyalarında nasıl bir savaş verdiklerini gördük. Gerçi hiçbir eşcinsel gerçek ve tüzel kişi yapılanması “travesti” olgusu ile adının yan yana anılmasını istemese de tanım olarak bu kavramın eşcinsellik içine sokulması karşısında, toplumsal ve bireysel homofobinin hala ne boyutlarda olduğunu bu filmle görmüş olduk...

 

 YORUMLAR  ({{commentsCount}})
{{countDown || 2000}} karakter kaldı
{{comment.username}}
{{moment(comment.date).fromNow()}}
Uyarı:  Yorumunuz, yönetici tarafından onaylandıktan sonra tüm ziyaretçilerimiz tarafından görüntülenebilecektir. (Bu mesajı sadece siz görüyorsunuz)
{{reply.username}}
{{moment(reply.date).fromNow()}}
Uyarı:  Yorumunuz, yönetici tarafından onaylandıktan sonra tüm ziyaretçilerimiz tarafından görüntülenebilecektir. (Bu mesajı sadece siz görüyorsunuz)