Genç Pehlivanlar belgeselinin yönetmeni Mete Gümürhan'a merak ettiklerimizi sorduk.
10 Ocak 2018

İlk gösterimi 66. Berlin Film Festivali’nde gerçekleşen, festivalden Jüri Özel Mansiyon Ödülü’yle ayrılan Genç Pehlivanlar’ı, yönetmeni Mete Gümürhan ile konuştuk.

Film, Hollanda'da doğup büyüyen, sinema dünyasına yapımcı olarak giren Gümürhan’ın ilk yönetmenlik deneyimi. Genç Pehlivanlar, güreş şampiyonu olabilmek için mücadele eden Amasya Güreş Merkezi Yatılı Okulundaki 26 çocuğun gündelik hayatlarından hikayeleri bir araya getiriyor.

53. Altın Portakal Film Festivali'nde Behlül Dal Jüri Özel Ödülü ile En İyi Kurgu (Ali Aga) ödüllerine layık görülen Genç Pehlivanlar, bu hafta nihayet vizyona giriyor.
Keyifli okumalar!


Sizi biraz tanıyabilir miyiz? Sizi bu belgeseli çekmeye getirenler nedir?

Annem ve babam aslen Edirneli. Onların anne ve babaları Selanikli. Ben Türk bir ailenin Hollanda doğumlu, Rotterdamlı altı çocuğundan biriyim.
10 sene Hollanda televizyonunda çalıştım. Hollanda’da 30 yaşına kadar burs hakkım vardı. Tam 30’uma basmadan önce kreatif anlamda bir şey yapmam gerektiğine karar verdim. Film akademisine ve meslek yüksek okuluna başvurdum. İkisine de seçildim. İlk önce Rotterdam’dakine gittim. Bir arkadaşım Türkiye’de Tarlabaşı’nda bir belgesel çekmek istiyordu ve onunla gelmemi istedi.  Ben onun için Türkiye’ye gelmiştim. O sırada Amsterdam’dakinden de onay aldım ama geri dönüş yapamadım. Gerek de kalmadı. Rotterdam’dan Amsterdam’a taşınmak her şeyi yeniden kurmak demekti. Okulun ilk senesinde 5 dakikalık bir belgesel çektik ve 10.000 Euro ödül kazandık. Bununla ne yapabiliriz, diye düşünürken Hollanda Film Fonunun yönetmeliği okuduk. Yönetmelikte en az 2 senelik şirketin olması gerektiği yazıyordu. Biz de o yüzden şirket kuralım dedik. Mezun olduğumuz zaman fona başvurma hakkımız olur, dedik.
2007’de şirketi kurduk ve birkaç prodüksiyon yaptık. Mezuniyet senemde Aslı Özge’nin ilk filmi Köprüdekiler’in ortak yapımcısı olduk. Sonra Adrian Sitaru’nun kısa bir kurmaca filmin yapımcılığını yapmıştım. O da Berlin’de ödül almıştı. Köprüdekiler çok festival dolaştı Türkiye’de en iyi film ödülleri kazanmıştı. Arkasından kısa bir belgesel yapmıştık “I'm Never Afraid!” adında. Yaklaşık 250 festival dolaştı. O şekilde başladı şirket maceram.

Sonra “Hayat Boyu”. Bu süreçte ben Türkiye’de de şirketi kurmuştum Kaliber Film’i. Türkiye’de şirketini kurduğun zaman iki sene içinde Yapımcı Belgesini almak için bir yapım yapman gerekiyor. 2 seneye yaklaşıyorduk, birkaç yönetmenle denedik ama bir türlü olmadı. Sonra Nadir Öperli “Sen başvur. Zaten yönetmenlik eğitimi aldın. Hem de yapımcı belgeni almış olursun.” dedi. Bakanlığa başvurduk belgesel ile.  Ben reddettim Nadir’i. İki gün sonra da THY ile Rotterdam’a uçuyordum.  Uçarken de uçağın dergisinde bu yağlı güreşlerle ilgili bir yazı vardı. Dedim “Bu tesadüf olamaz”. Ama yine de başvuru niyetim yoktu. Ta ki Sinema Genel Müdürlüğü başvurularının açıldığı haberi gelinceye dek. Bunların hepsi üst üste geldi.

İki kardeşin hikayesi çıkış noktasıydı. Rekabet içinde iki kardeş. Dedeleri de eski pehlivan. Amasya’dan Samsun’a taşınmışlar ama inekleri de yanlarına almışlar çünkü çocuklara her sabah süt verilmesi gerektiği için. Onların hikayesini yazıp başvuruyu hazırladım. 2014’te yaptık başvuruyu. Altıncı ayda da destek çıktı ve apar topar çekimlerine başladık. Sonra Ali Aga ile de oturup kurguyu yaptık.

Senin için çocuk sporcuları yetişkin sporculardan daha çekici kılan şey nedir? Onların vasıtasıyla değindiğin ötekilik, arkadaşlık, rekabet, uyum gibi kavramların çocuklarda daha saf ve doğal haliyle gözlemlendiğini mi düşünüyorsun?

Evet kesinlikle, çocuklar yetişkinlere göre daha az politik ve kaygı altında olmadıkları için daha doğallar. Ayrıca yetişkinlerin oldukça gündemde olduğunu düşünüyorum ve çocukların yalnızca bir başarı elde ettikleri zaman gündeme gelebildiklerini görebiliyoruz. Çocuklar yetişkinlere oranla çok daha kendileriler ve benim de yansıtmak istediğim kavramları daha rahat seyirciye aktarmamı sağlıyorlar.

Pek çok festivalden farklı ödüller ve adaylıklar aldınız. Bunun size ve filme etkisi nasıl oldu?
Benim için çok iyi oldu. Filme de vizyonda etkisi olmasını umuyoruz. Röportaj hakkı doğdu. Yatılı okulda bir müdür var. Çocukların her şeyini karşılıyor, şu an 28 çocuk var. Küçük bir bütçe ile her şeyi karşılamaya çalışıyor. Benim de fark ettiğim: çocuklara sponsorluk gerekiyor. Nike, Adidas... gibi. O yüzden hep bu markaların isimlerini söylüyorum belki duyan olur diye. Çocuklara bir şekilde sponsorluk sunulur diye. Bu anlamda çocuklara bir faydası olmasını umuyorum.

Benim için ilk filmle bir ödül almak, Berlin’den ilk belgesel ödülü almak... Her şeyin ilki olması sebebi ile de ekstra heyecan var.

Türkiye’de ve yurt dışında belgesele yaklaşım açısından ne gibi farklar vardı?

Çok fark var. Aslında fark derken kadın ve çocuklar çok farklı tepki veriyor erkek seyircilerden mesela. Onlar daha çok duygusal yaklaşıyorlar ve ne anlatmak istediğimi daha iyi anlıyorlar. Çünkü gelen sorulardan böyle görünüyor. Erkekler daha çok filmde olmayan şeyleri sormaya çalışıyorlar. Genelde Türkiye ile alakalı. Çünkü film Türkiye’de çekilmiş, Türkleri anlatıyor, Türkçe...  Berlin’de zaten sinemadan atılıyorduk. O kadar soruları vardı ki.  J Çünkü o kadar yetişkin soruları var ki çocukların, yetişkinlerden o kadar iyi sorular almadım. J O kadar filmin içine giriyorlar ki. Korkum buydu benim: altyazı okuyamazlar diye korkuyordum.  Ama canlı dublaj vardı çocuklar için. Bunlara rağmen doğru yerde doğru tepkileri verdiler. O yüzden çok mutluyum.Türkiye’dekiler böyle şeylere çok alışık oldukları için “Gündelik hayat”, “Biz de yaşıyoruz”, “Ne farkı var” gibi tepkiler verdiler ama yurt dışındakiler çocuk pehlivanları bilmiyor. Ben de o yetişkin pehlivanların nasıl oraya geldiklerini anlatmak istedim. Bir de filmdeki kardeşlik, arkadaşlık, sıcaklık dikkatlerini çekti çünkü bunun artık Avrupa’da olmadığını düşünüyorlar.

Filmi çekerken sizi çok zorlayan şeyler nelerdi?

İki kardeşin hikayesini anlatmak için başvuruyu yapmışken 26 kardeşin hikayesini  oldu. Çünkü son dakika kardeşlerin babası vazgeçti. Uzun hikayesi var bunun ama kısa anlatmaya çalışayım: Baba aslında sonradan öğrendiğimize göre para istiyormuş fakat çocukları kaçırmaya geldiniz diye söylendi. Fakat çocukların babaları görüşmedi iki oğlunun yatılı okulu kazandığını söylemişti. Ertesi sabahı Amasya’ya gittik. Binaya gelinde dedim, harika! Bina pembe, içinde testosteron dolu 26 çocuk, daha mükemmel. Fotoğraf çekerken o an üç ana pehlivan diyebileceğimiz çocuklar da oradaydı.

Zor olan hazırlıksızlıktı. İlk defa gidiyoruz, ön araştırma yok, çocuklarla tanışmamıştık, izinler yok. Bir de Bakanlığı tekrar ikna etmemiz gerekiyordu hikayedeki değişiklik sebebi ile. İstanbul’a geldik ekipmanları toplayıp geri Amasya’ya gittik. Her şeyi normalde Samsun Belediyesi karşılayacaktı fakat aniden Amasya’ya gidince tüm izinler, kalacak yerler, yakıtlar vs... her şey iptal oldu. Yapımcım Zeynep Aşkın Korkmaz son dakika şeker fabrikasının yatakhanesi ayarlayabildi. İlk bir buçuk hafta prodüksiyonu yatakhanede bir şekilde yaptık. Bakanlıklardan, belediyelerden izinler alındı, ön hazırlıkları çocuklarla konuştuk. En korktuğum sorun çocukları kısa vadede nasıl kameraya alıştıracağımdı. İlk gün kameraya bakmamalarını istedim. İkinci gün zaten bakmamaya başladılar. Çünkü zaten o kadar rutin ve disiplinli bir hayatları var ki, bizimle uğraşacakları zamanları yoktu. Bir de görüntü yönetmeni ve sesçi ile çok iyi anlaştı çocuklar dil bilmeseler bile.

Bu süreçte sizin çocuklardan öğrendiğiniz şeyler oldu mu?

Çocuklarla 8 saat çekim yapmamıza rağmen çok vakit geçirdik aslında. Çok vakit geçirdik, pikniğe gittik...
Bazen “Ağlayan çocukların arasında kamerayı durdurmayı hiç düşünmedin mi?” sorusu geliyor. Evet, düşündüm. Ama o an ben sadece iki buçuk hafta oradayım ve o zaman dilim içinde teselli edebilirim. O yüzden üçüncü bir şahıs olarak çocuklara karışmak istemedim. Biri hariç, ona da kendimi çok yakın hissettiğim için.

Çocuklarla aslında, ne kadar rekabet içinde olsan bile o sınırı ve dengeyi bulmayı gördüm. 26 tane çocuk kesif edilip oraya getirilmiş, hepsi şampiyon olma niyetinde ve çabasında. Bazıları aynı kategoride yarışıyorlar. Fakat ayni anda yeni bir aile yapısı kurmuşlar. Ailenin ve samimiyetin ne kadar önemli olduğunu öğrendim.

Türkiye’de ilk belgeselini çekmek isteyenlere önerilerin var mı?

Benim önerim: hayvan ve doğa belgesellerine bakıp “sadece o belgeseldir” demesinler. Biraz araştırmalarını öneriyorum. Bahçeşehir ve İstanbul Şehir Üniversitesi'nde Genç Pehlivanlar’ın bir gösterimi olmuştu orada da konuşmuştum. Daha çok belgesel türleri var. Sadece kafa belgeselleri yok. Mesela arşivlerden oluşan belgeseller var (Gürcan Keltek’in Meteorlar’ından bir bölümü gibi)… Yani o kadar çok tür var ki. Önce onu araştırıp ne anlatmak istediklerini düşünmelerini öneririm. Bir de anlıyorum ama “ben bu belgeseli şuraya buraya yapacağım” gibi maddi kaygılara da düşmemeleri gerekiyor. Bir şekilde fonlamak gerekiyor ama önce kendileri ne anlatmak istiyorlar onu bir şekilde kağıda döküp ön araştırmasına başlamalarını öneririm. Arkasından anlatmak istediğim hangi sekil ve stilde en güzel anlatabilirim. Bütçelerini de teknik anlamda harcamalarını tavsiye ederim. Kamera, ses ve kurgu gibi... Bunları özellikle söylüyorum çünkü bunların üçü önemli. O yüzden genç yönetmenler filminizin kurgusunu kendiniz yapmaya çalışmayın. Bitirmeye yakın da Sinema Genel Müdürlüğü’ne başvurun. Kurmacada iki sene gibi bir süren var ama belgeselde sene sonunda filmi teslim etmen gerekiyor. :)

Bundan sonraki planlarınız nedir? Belgesel çekmeye devam edecek misiniz?

Yazın çekeceğim, Sinema Genel Müdürlüğü destekli ve TRT Ortak Yapımlı bir kurmaca filmim var Şahmerdan isimli. 12 yaşında Rotterdam’da doğmuş Zeki adlı bir gencin babası ile İstanbul’a taşınmasını ve kimlik arayışını anlatıyor. Çekimleri Temmuz’da başlıyor ve yine spor var içinde. Onun hazırlıkları ile uğraşıyoruz şu an. Bunun yanında Şu an bir iki proje gündemde. Şimdilik konuşmadığım projeler. Ama arasında yine uzun metraj bir gençlik belgeseli var. Yine kimlik arayışı, ötekilik üzerine. Bir de bu arada benim için belgesel, kurmaca fark etmiyor. Film filmdir. Hepsinin bir yapımcılığı, yönetmenliği, kamera pozisyon seçimi ve kurgusu var. O yüzden Berlin Film Festivalini çok seviyorum çünkü onlar kurmaca ve belgesel ayrımı yapmıyor. Genç Pehlivanlar’ın gösterildi sene Antalya Film Festivali de öyle bir ayrım yapmamıştı. Çok sevinmiştik. Bunu umarım İstanbul Film Festivali ve diğer festivallerde duyar/okur ve uygular. Belgeselleri de ana yarışmaya almasanız bile teknik ödül kategorilerinde aday olmaları gerektiğini düşünüyorum. :)

Çok teşekkür ederiz. Eklemek istediğiniz bir şey var mı?

Bu ülkenin atasporunun yalnız senede bir kere gündemde olmaması gerektiğini düşünüyorum. Kırkpınar, altın madalya kazanıldığı zamanlarından bahsediyorum. Nike, Adidas, Asics gibi markalara sesleniyorum, umarım ikna olup çocuklara sponsor olurlar. İstenen maddi ve büyük şeyler değil, bir ayakkabı, eşofman, tshirt çocukların ihtiyaçları. Söylemek istediklerim bunlar. :)


GENÇ PEHLİVANLAR  (Young Wrestlers)
Yönetmen: Mete Gümürhan / Senarist: Mete Gümürhan / Görüntü Yönetmeni: André Jäger / Kurgu: Ali Aga / Özgün Müzik: The Black Keys / Katılanlar: Muhammed Ceylan, Beytullah Onur, Harun Kılıç, Baran Kendirlioğlu, Ümit Yılmaz, Ahmet Yücel / Yapımcılar: Aslı Akdağ, Aydin Dehzad, Kaan Korkmaz, Zeynep Aşkın Korkmaz / Yapım Şirketi: Kaliber Film, Filmaltı / Dünya Hakları: Wide House / Türkiye, Hollanda / 2016 / DCP / Renkli / 90 dk / Türkçe

 YORUMLAR  ({{commentsCount}})
{{countDown || 2000}} karakter kaldı
{{comment.username}}
{{moment(comment.date).fromNow()}}
Uyarı:  Yorumunuz, yönetici tarafından onaylandıktan sonra tüm ziyaretçilerimiz tarafından görüntülenebilecektir. (Bu mesajı sadece siz görüyorsunuz)
{{reply.username}}
{{moment(reply.date).fromNow()}}
Uyarı:  Yorumunuz, yönetici tarafından onaylandıktan sonra tüm ziyaretçilerimiz tarafından görüntülenebilecektir. (Bu mesajı sadece siz görüyorsunuz)