"Gelinin Muradı'ndaki gelini ilk defa seyrediyorlardı. Bu kızın ufacık kalkık bir burnu, ceylân gibi iri çekik gözleri, biçimli dudakları, mütenasip bir vücudu vardı. En kıskanç kaynanalara bile: Ah benim de böyle bir gelinim o lsa dedirtebilecek güzellikteydi."
05 Ekim 2015

Pervin Par güzel kız doğrusu. Oturup kalkmasını, konuşmasını, insanlara nasıl davranılacağını biliyor. Onun filmlerini seyredenler iyi oyuncu olduğunda da hemfikirler. Bu işin içine gireli yıllar oluyor. Hâl böyleyken; niçin acaba ondan sonra bu işe başlayanlar, ondan daha güzel, daha bilgili, perdede daha başarılı olmayanlar, Pervinden hem şöhret, hem para olarak öne geçtiler. Bir filmin kadın yıldızı düşünülürken prodüktörün aklına niçin ilk beş isim arasında Pervin gelmiyor? İşletmeciler film amillerini niçin illede Pervini oynat diye zorlamıyorlar? Bunun sebeplerini sordum önce. Anlattı!

“Demek ki güzellik, iyi oyunculuk, ve saydığınız diğer meziyetlerim kâfi değilmiş. İnsanın dediğiniz kadar şöhretli ve paralı olabilmesi için başka şartlarda lazımmış.”

– Neler bunlar meselâ?

“Onları siz bulun artık. Ben söylersem doğru olmaz.”

Ne demek istediğini anlamıştım. İtham edici bir ifadeydi bu. Açıklamak benim de işime gelmezdi. Bundan yıllarca önce “Gelinin Muradı” isimli bir film çevrildi. En iyi yerli filmlerden biriydi bu. Sinemayla ilgilenenler rejisörü ve aktörü tanıyorlardı. Atıf Yılmaz ve Fikret Hakan’ı daha önce tanımışlardı. Ama “Gelinin Muradı”ndaki gelini ilk defa seyrediyorlardı. Bu kızın ufacık kalkık bir burnu, ceylân gibi iri çekik gözleri, biçimli dudakları, mütenasip bir vücudu vardı. En kıskanç kaynanalara bile: “– Ah benim de böyle bir gelinim olsa” dedirtebilecek güzellikteydi. Pervin Par ismi çok çabuk şöhret buldu. Herkes ondan bahsediyordu. Türk Sineması zaten büyük bir boşluk içindeydi. Türk aileleri henüz sinema aktrisliğini düşüklük zannediyorlardı. Ama otorite denilen insanlar: “Şöhreti muhafaza etmek şöhret kazanmaktan daha zordur.” demişlerdi. Bu doğru bir sözdü. Dünya sineması bunun örnekleriyle doluydu. Ayni durum Pervin’in de başına geliyordu az daha, onun için de tehlikeli çanları çalmağa başlamıştı. Aldırdığı yoktu Pervin’in bunlara.

Lise ikinci sınıfa kadar Atatürk Kız lisesinde okumuştu. Sonra İzmir’de bir parfümeri mağazasında çalışmaya başlamıştı. İdeâli her genç kız gibi sevdiği onu mâli sıkıntıya sokmadan yaşatacak bir erkekle evlenip mutlu bir yuva kurmaktı. Tanrı istediklerinden fazlasını vermişti ona. Herhalde parfümeri mağazasında çalışırken bir gece rüyasında: Türkiye çapında şöhret sahibi olacağını, hem isminin hem kendisinin herkes tarafından tanınacağını, sinemamızın o günkü en önemli ve yakışıklı jönlerinden Mahir Özerdem’in ona gönlünü kaptıracağını görseydi: “– Allah Allah rüya bu olmaz olmaz.” derdi. Pervin Par ve Mahir Özerdem tanıştıklarından bugüne beraberler. Şimdi; Topağacı Poyracık sokakta 15 numaralı apartmanın en üst katında oturuyorlar.

“Mahirle evli misiniz?” sorusuna Pervin: “– Mahir’e sorsanıza bu soruyu” diyor. Ayni sorunun devamı olarak “Flört nedir sizce” diyorum. “– Herhalde ondörtle onaltı yaşı arasında hissedilenler.” cevabını veriyor. “Peki sınırı? Flörtte neler mubahtır.” “– Gezmek, eğlenmek, bir sinema, bir piknik, bir parti, belki bir öpüşme.”

Pervin Par’ın müzikle arası şöyle böyleymiş. Alaturka, türkü, alafranga, klâsik arasında bir tercih yapmıyormuş, kendisine güzel gelen müziği dinlermiş. Siyasete bayılıyormuş. Parti tutmanın kulüp tutmadan farklı olduğunu bildiği için bağlı olduğu bir parti yokmuş. Bir zamanlar tuttuğu partiyi bırakmış. Şimdi tuttuğu partidende memnun değilmiş. Hayranlarının mektuplarını ihmâl ediyor. Kitaplık gibi bir şeyin üstünde yüzlerce mektup var. Üç aylık mektupmuş hepsi. Henüz hiçbirine cevap vermemişmiş. Bugüne kadar çevirdiği filmleri arasında en çok Gelinin Muradı, Bir Avuç Toprak, Ölümden de Acı, Sonbahar Yaprakları, ve Kardeşler’i beğeniyormuş. Bu filmlerin jönleri sırasıyla Fikret Hakan, Turgut Özatay, Mahir Özerdem, Metin Ersoy ve Özden Çelik’miş. Artist kelimesinden açıldı bir ara söz. Pervin: “Bizim seyirci henüz artist kelimesinin mânasını bilmiyor” dedi. “Barlarda, pavyonlarda çalışanlarda artistim diyorlar. Bolu’da Turgut Özatay’la beraber Bir Avuç Toprak filmini çeviriyorduk. Benim işim yoktu. Fasulyayı kabuklarından ayırmaya çalışan köylü kadınlarının arasına karıştım. İçlerinden biri bana acıyarak. “Bak kızım dedi gençsin güzelsin. Bir müddet daha çalış para biriktir sonra bir ev al bizim köyden bırak bu hayatı, namusunla otur burada. “Röportajların beylik olduğundan bahsedilir çok zaman. Hep ayni şeylerin sorulduğu söylenir durur Ama galalara gidenler, okuyucu mektuplarına bakanlar daima ve daima on – onbeş soruyla karşılaşırlar. Biz sinema seyircilerinin bu arzularını yerine getirmeğe çalışırken birazda onları daha başka şeyler sormağa hazırlamaya çalışıyoruz. Pervin’e gelen mektuplardan birini seçtim. Zarfın üstü daktilo ile yazılmıştı. Üstelik zarf mektubu gönderenin adına basılmıştı. Demek ki bu hayran önemli bir kişiydi. İşte soruları ve Pervin Par’ın cevapları.

“– Nerede ve ne zaman doğdunuz?”

“Bursa’da. 1940 yılında”

“Tahsiliniz nedir? Lisân bilir misiniz?”

“– Lise iki. Biraz İngilizce bilirim.”

“Hayatta en fazla sevdiğiniz şey”

“– Uyku, meyva, kitap okumak.”

Mahir’i saymamıştı. Sebep neydi acaba? Sevdiği üç şey arasına Mahir girmiyor muydu? Sordum. Şöyle cevap verdi. “– O hususi hayatımla ilgili. Pek hoşuma gitmiyor hususi hayatımdan bahsetmek.” Halbuki sanatçı olmanın, şöhretli, tanınmış olmanın icaplarıydı bunlar. Onların hayranları sevdikleri, beğendikleri bu insanların her şeylerini öğrenmek bilmek istiyorlardı. Sanatçı kendisine ait bir insan olmaktan çıkıyordu. Toplumun malı oluyordu. Toplum benimsediği insanların her şeyini bilmeliydi.

“Dini inançlarınız nasıldır dedim?” “– İyidir.” diye cevap verdi.

Sayıl. “Pantolon giyseniz bir de öyle resminizi çeksek.” dedi. Pervin’in pantolonu yoktu. Bir zamanlar şişmanmış. Şişmanlara pantolon yakışmazmış. O yüzden modanın çıktığı ilk günlerde giymemiş pantolon. Sonradan da aldırmamış artık. Evden üçümüz çıktık. Mahir Özerdem’in Operatör Enver Burçkin’le kurduğu bir hastane var. Pervin ortaklarının evine gidiyormuş. Orada bir müddet oturacakmış. Sonra Mahir gelip alacakmış onu. Beraberce Brigitte Bardot’un “Hakikât” isimli filmini görmeğe gideceklermiş

Kaynak
Artist, 30 Nisan 1963
 YORUMLAR  ({{commentsCount}})
{{countDown || 2000}} karakter kaldı
{{comment.username}}
{{moment(comment.date).fromNow()}}
Uyarı:  Yorumunuz, yönetici tarafından onaylandıktan sonra tüm ziyaretçilerimiz tarafından görüntülenebilecektir. (Bu mesajı sadece siz görüyorsunuz)
{{reply.username}}
{{moment(reply.date).fromNow()}}
Uyarı:  Yorumunuz, yönetici tarafından onaylandıktan sonra tüm ziyaretçilerimiz tarafından görüntülenebilecektir. (Bu mesajı sadece siz görüyorsunuz)