Orhon M. Arıburnu’nun bir şiiri; “Nasıl sevmem bu dünyayı//İnsan eli değmiş her yere//Evlere//Caddelere//Makinelere//Nasıl sevmem bu dünyayı//İNSAN DOĞMUŞUM BİR KERE.” Filmde canlandırdığı Şevket ise kan davası ve öldürmekten başka bir şey düşünmeyen biri. Azize için gittiği köşkte ‘altıpatlarıyla 8 el’ ateş ediyor!
19 Ağustos 2015

Orhon M. Arıburnu'nun bir şiiri; "Nasıl sevmem bu dünyayı//İnsan eli değmiş heryere //Evlere//Caddelere//Makinelere//Nasıl sevmem bu dünyayı//İNSAN DOĞMUŞUM BİR KERE." Filmde canlandırdığı Şevket ise kan davası ve öldürmekten başka bir şey düşünmeyen biri. Azize için gittiği köşkte 'altıpatlarıyla 8 el' ateş ediyor!

 

'Kızıl Vazo'nun (1941-Semih Lûtfi Kitabevi) (Peride Celâl) ikinci ve renkli Yeşilçam çevrimi. Yönetmen aynı, Atıf Yılmaz. Kasım-Aralık, 69'da çekilen film, 26 Ocak 1970, Pazartesi günü (Şehzadebaşı) 'Gündeş', (Aksaray) 'Kısmet', (Kadıköy) 'Feza' sinemalarında gösterime girmiş. Erol Şen'in adı jenerikte, 'Er'. Rıza rolü için önce Engin Çağlar düşünülmüş.

İlk çevrimde, önce, Sönmezoğlu ailesini tanımıştık. Burada Tosunoğulları ile karşılaşıyoruz. Şevket, 'ailenin namusunu temizlemek için' İstanbul'a gelmiş. Limanda ve Sirkeci Garı'nda oğluna verip veriştiriyor. "Sana düşerdi" bu iş. "Yüzümü kara çıkardın, oğlum değilsin artık."

Rıza, kitapta mimardı, şimdi doktor. Babası okuttuğuna pişman. "Keşke seni hiç okutmasaydım. Namus nedir şeref nedir bilmez olmuşsun. Lanet olsun senin gibi evlada!" Sönmezoğullarından 'bir kulu bile' sağ bırakırsa mezarında rahat uyuyamayacakmış yaşlı adam.

Oysa delikanlıya göre 'canavarca bir şey' bu. İnsanın insana kan davası gütmesi, kıyması akıllı adam işi değil. "Düpedüz hastasın sen" diyor. "Beni de sefil ettin. Hata bende, ne yapıp edip bir tımarhaneye kapatmak gerekirdi seni." Babasının deliliği yüzünden kendisi de aylak olmuş. Üzerinde uyurgezer gibi bir hal var. 2 yıldır doktorluktan uzak. Huzursuzluk, endişe, sinir yorgunluğundan çalışamayacak, mesleğini düşünemeyecek hale gelmiş. Azize ile tanışınca, 1 gün içinde değişecek, kovuğundan çıkıp tekrar müspet olabilecektir. 'Aşk Güzel Şeydir.'

Genç kız 23 yaşında. İnsana huzur, mutluluk veren bir yanı var. Küçücük bir papatyada bile güzellik keşfedebiliyor. Rıza, kan davası ile bunalmışken Azize'nin haberi bile yok. Kendini bildi bileli bir şehirden ötekine taşınıp duruyorlar. Babasının kaprisi! Her gittikleri yerde iğreti oturuyorlar. Bakarsın yarın başka yere giderler. Bir takım düşmanları olduğunu hissediyor ama kim oldukları anlatılmamış, bilmiyor. Bu kadar kapalı yaşamaktan, muhafızlarla gezinmekten bunalmış. Her gün babası ile silah talimi yapıyor. Attığını vuran biri. Ancak tabancadan da usanmış. Eskiden hoşuna giderdi. Şimdi ise verdiği tek şey ürperti. 'İnsanların arasına karışıp doya doya yaşamak, yaşıtları gibi rahatça gezip eğlenmek' istiyor. Hüseyin'le Nermin'den başka arkadaşı yok.

Zaten Rıza ile tanışması da kırk yılın başı gittikleri 'Erguvan Kulüp'te. İki delikanlı tıbbiyeden arkadaş.

Azize ile Rıza beraberken zamanın nasıl geçtiğini anlamıyorlar. "Biz, birbirimizi mutlu etmek için karşılaştık" diyor genç kız. Kan davalı olduklarını sonra öğrenecekler.

Kemal Bey, hep diken üzerinde. Kızının evden yalnız çıkmasını mahzurlu buluyor. Soyadlarını bile değiştirmişler. Ne olduğunu öğrenemeyeceğiz. Hüseyin'i müstakbel damadı olarak görüyordu çoktandır. Rıza'nın bir Tosunoğlu olduğunu duyunca dehşet içinde yıllar öncesini anlatıyor; "Esma, Tosunoğullarının biricik kızıydı. Bir tesadüf bizi karşılaştırdı." Bu aşk iki aile arasındaki, yıllardır süren düşmanlığı siler zannediyordu, aksi olmuş. Başkasına söz kesmişler. "Düğün gecesi Esma'yı kaçırdım." Saadetleri çok sürmez. Azize'nin doğumundan kısa bir süre sonra Esma'nın kardeşleri saklandıkları yeri başmışlar. Çatışmada genç kadın ve iki kardeşi ölmüş. Üçüncüsü, Rıza'nın babası Şevket, yaralı olarak kurtulmuş. "Meşru sebebi de olsa nihayet bir katildim. Uzun yıllar hapis yatmıştım. Azize, babasının katil olduğunu bilmesin istedim. Şevket peşimizdeydi. İkimizi de öldürmeye ant içmişti." (Bu acı öyküyü bir kez de Rıza'dan dinleyeceğiz).

Çok dikkatli ama 'tehlikeye ayağıyla koşuyor'. Yeni bahçıvanları Hamdi, kanlısının adamı çünkü! Şevket, iki kez köşkü basar. İlkinde Kemal, ikincisinde kendisi ölüyor.

Filmin sonunda Azize ve Rıza beraberler. Kitapta yok, 'zümrüt altını, karanlık geçmişleriyle birlikte Karadeniz'in derinliklerine' atıyorlar.

"Semih Lûtfi'nin Ucuz Romanlar Serisi"nden (No. 26) çıkan 'Edebî Roman' biraz farklı. Esma, Azize'nin annesi değil. Kaçıran babası değil dedesi. Zümrütlü altını denize atmak da yok. Şevket'in ölümü kitapta Azize'nin; İlk çevrimde Büyükanne'nin; 1969'da ise kendi kurşunu ile!

'Kızıl Vazo'daki melodiler.

'Blue Bolero'dan (1965) (Tony Osborne) yararlanarak yapılan 'Kızıl Vazo' (Metin Bükey) 10 sahnede (Jenerikte; Azize, Av Köşkü'nde Rıza ile beraberken; Babasına "Eğer bütün bu telaş beni Rıza'dan ayırmak içinse bilin ki beni hiçbir kuvvet O'ndan koparamaz" derken; Kemal, Hüseyin'e kan davasını anlatırken; Rıza, yaralı Azize'yi kucağında taşırken; Genç kız hastaneden eve döndüğünde; Sandıkta, annesinin gelinliği ve Kızıl Vazo'yu gördüğünde; Yaralı Rıza bayılırken; İki genç, kan davası hakkında konuşurlarken; Filmin sonunda).

'Kölen Olayım' (Erol Büyükburç / Hulki Saner) (Enstrümantal) Azize ve Hüseyin'in gazinodaki ikinci dansında.

'Zambaklar Açarken (Bir Yapraktın Kuruyan Sessizce Dalında)' (Bora Ayanoğlu) (Enstrümantal) 3 sahnede (Azize ve Rıza, el ele Hüseyinlerin evine dönerken; Delikanlı, geceleyin sigara içip Azize'yi düşünürken; Genç kız, Rıza'nın yatak odasına geldiğinde).

'633 Squadron'daki (1964) (Ron Goodwin) 'Escape From Norway' 3 sahnede (Rıza, Hamdi'nin peşinden koşarken; Kavga ederlerken; Hüseyin ve Kemal araba ile eve geldiklerinde).

Ahmet Yatman-Kadri Şençalar ve arkadaşlarının 'Oyun Havaları-Turkish Authentic Folk Music' albümündeki 'Raks Cemile' 2 sahnede (Rıza, meyhanede demlenirken; Hastaneye telefon ederken).

Filmdeki şarkılar.

'Öp Beni' (Erol Büyükburç / Hulki Saner) (1 dakika 10 saniye) (Belkıs Özener'in sesiyle) Gazinoda, Azize ve Hüseyin'in ilk dansında; "Uzaklara kaçma benden//Çok şey istemem ki senden//Bitsin artık bu hasret//Birazcık merhamet et//**//Öp beni öp beni öp//Doyasıya//Sev beni sev beni sev//Kıyasıya//Öp beni öp beni öp//Kana kana//Sev beni sev beni sev//Yana yana."

'Kölen Olayım Ben' (Erol Büyükburç / Hulki Saner) Gazino dönüşü, Azize, Rıza, Hüseyin, Nermin söylüyor. "Kölen olayım ben, kulun olayım ben//Aşkınla yanarak kömür olayım ben//Sana geleyim ben, seni sarayım ben//İstersen ömrümce kölen olayım ben."

Peride Celal, yine, en çok bildiği 'burjuvaziyi' anlatıyor eserinde. 15 Aralık 1940 - 08 Mart 1941 tarihleri arasında Cumhuriyet Gazetesi'nde yayınlanan romandaki 'olay çeşitliliği ve kişi çokluğu' (Ahmet Oktay) bu çevrime yansımamış. İlk filmde çok önemli olan Of ilçesi, büyükanne- Şaziye Moral, düğün ve horon sahneleri yok. Esma için Hülya Koçyiğit'in bir resmi kullanılmış. Azize, dayısı Şevket'i; Rıza da halasını bilmiyor. Delikanlı, babasının has adamı Hamdi'yi tanımıyor. Görünce "Kimsin, ne istiyorsun?" demişti.

Kemal Bey, hayatlarını zindana çeviren sırrı, kan davasının boğucu ağırlığını kızından saklamış. İki dayısını (Esma'nın kardeşleri) öldürüp birini yaraladığı için uzun yıllar hapis yattığını bile söylememiş! Her yere muhafızla gitmek zorunda genç kız. Yalnız çıkabildiği bir gün "Kendimi kozadan yeni çıkmış kelebek gibi hissediyorum" demişti. Laf sokuşturmakta gecikmez Nermin; "Umarım kelebeklerinki kadar kısa sürmez mutluluğun. Biyoloji dersinden hatırladığıma göre kelebeğin ömrü oldukça kısadır." Olsun! Uzun, kasvetli, boş bir ömür sürmektense kısa, dopdolu, pırıl pırıl bir ömre razı kahramanımız. Her yanına ışık saçan küçük, güzel bir biblo sanki. İnsanı büyülüyor. Tek isteği 'dertlerden, gürültüden uzak ve içinde Rıza olan bir ev'. Hüseyin, bir ağabeyden farksızmış.

Kan davasına karşı ama "Babamın öcünü alana kadar bana ne yemek ne de içmek var" diyebiliyor. Hastanede, Rıza ile ilgili bir konuşmayı yanlış anlayıp "O'na leke sürmeye, O'na bir kötülük etmeye kalkarsanız intikamım korkunç olur" diye haykırmıştı. Aşkları çok büyük. "Birbirimize, susamış iki insanın iştiyakı ile bakıyorduk. Ben, O'nun mevcudiyetiyle bir anda gözlerimi doyurmak; O da bakışlarıyla beni kucaklamak istiyordu (sf. 209)."

1961'deki çevrimde ve romanda olmayan bir aşkı burada görüyoruz. Nermin umutsuzca Rıza'ya tutkun. Kıskançlıktan, Azizelerin evindeki kapıları Şevket'e açıyor. Ama ilk kurşun O'nu bulur. Abisi de hafif bir yarayla kurtulur.

Kemal Bey, "Yusuf'un tabancalı bir muhafız olduğunu... Hiç kimse bilmemeli" demişti kızına. Oysa gazinodaki elektrik arızasında tabancasını çekip herkese gösteriyor Yusuf. 61'deki Yusuf Çağatay'ın yerinde Oktar Durukan var. Karısı Gülsüm'ün adı Emine olmuş. Genç kadın, Kemal Bey'in ölümünden sonra bile sofraya tabak  koyuyor 'rahmetli' için.

Rıza, 30 yaşlarında, siyah saçlı, yeşil gözlü, yakışıklı bir genç. Tıp fakültesinde çok başarılı bir öğrenciyken babasının 'incir çekirdeğini doldurmayan saplantıları medeniyle mesleğine iki yıl ara verir'. "Kendisine bile hayrı olmayan, kimseye hayrı olmayacak biri" diyor. İlk çevrimde 'kadın eline değmemişken' burada Nermin'le bir 'çocukluk aşkı' yaşamış. Ama genç kız bunu abisine anlatırken "Zorla sahip oldu bana, zorla. Bütün karşı koymalarıma rağmen namusumla, hislerimle oynadı benim" diyor. Oysa birkaç gün önce Rıza'yla aralarında bir gönül meselesi olup olmadığını soran Azize'ye "Nerden çıkarıyorsun, oldum bittim sinirime dokunur nedense" demişti.

Azize-Hülya Koçyiğit; Rıza-Murat Soydan; Hüseyin-Nihat Ziyalan; Nermin-Müge Serdar; Kemal-Reha Yurdakul; Yusuf-Oktar Durukan; Hamdi-Behçet Nacar; Doktor-Hüseyin Salıcı; Gemideki iki genç Nermin Gül ve Erol Şen; Sirkeci, gazino, şömine sahneleri; 'Metruk' av köşkü; Karadeniz; Hüseyinlerin iki kez söylenen, '21 01 97' numaralı telefonu çok güzel.

Şevket, vapur ve tren yolculuğu sonrası 'İstanbul Otel'e yerleşiyor. Ağustos, 1950'de otelin kâtibi Rıza Özkan, eroin kaçakçılığı suçlamasıyla tutuklanmıştı. Milliyet'te tefrika edilen 'İki Kere İki On İki Eder' (Kasım, 1970 - Şubat, 1971) (Ümit Deniz) romanında da geçiyor otelin adı.

Hamdi bir kiralık katil. "25 yıllık bahçıvanım. Büyükada'da, Suadiye'de birçok köşkte çalıştım" diye tanıtır kendini. Uzun boylu, ellisini geçmesine rağmen beli bükülmemiş (sf. 57). Pervasız bir bakışı var.  Köşk için "Tenha bir yerde. Müsait" diyor. 'Müsait' yani 'adam öldürmeye' müsait! Azize'nin söylediğine göre evleri Gülçeşme'de.

Çekimler 'Cemil Topuzlu Köşkü'nde yapılmış. 70'lerdeki sahibinin adıyla 'Ali İpar Köşkü' ve 'Kuleli Köşk' olarak da biliniyor. Cerrahlığı ile ün yapan Cemil Topuzlu, 1900'lerin başında devrin Tıbbiye-i Şahane'nin (Sonradan 'Haydarpaşa Lisesi') mimarı İtalyan Alexandre Vallauri'ye yaptırmış (Özer Oral-Milliyet-Eylül, 1972). Dışardan getirdiği uzmanlarla bahçesini tanzim ettirip mitolojik heykellerle süslemiş. Bu nedenle diğer bir adı 'Heykelli Köşk'. Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz, Sadrazam Ahmet Muhtar Paşa bir gün burayı görünce "Bu kadar güzel ve zarif bir köşk yaptıran kişi İstanbul şehreminliğine layıktır" diyor ve Cerrah Topuzlu, 1912'de Belediye Başkanı oluyor. Şehir Tiyatroları'nın kuruluşunda da etkili olmuş. Çeşitli türde yıllanmış ağaçlı ve 30 dönüm bahçe içindeki köşkün 130 metre sahili var. 80'lerdeki sahibi meşhur 'Banker Kastelli' Cevher Özden.

Azize Sönmezoğlu'nu Jeyan Mahfi Ayral; Rıza Tosunoğlu'nu Hayri Esen; Hüseyin'i Fuat İşhan; Nermin'i Alev Koral; Kemal'i Agâh Hün; Şevket'i Rıza Tüzün; Yusuf'u ve hastanede Rıza'ya "Olayın nasıl ceryan ettiğini anlatır mısınız" diyen sivil polisi Erdoğan Esenboğa; Hamdi'yi Timuçin Caymaz; Tijen Par, dört kişiyi (Rıza'ya "Lütfen benimle gelir misiniz" diyen hemşire; Azize'ye "Polisler ifadenizi alacak" diyen diğer hemşire; Emine; Filmin sonunda, gemideki genç kız) seslendirmiş.

Nermin rolündeki Müge Serdar, o dönem gazino solisti. Filmde sarışınken, Mart, 1968'de esmer, siyah saçlı. 'Meşin yuvarlağın Kazanovası' Varol Ürkmez ile olan aşkı çok konuşulmuştu. Karşılaştıklarında, geride kalan sevgilileri (Suzan Avcı, Fatma Girik, Aysel Tanju, Semra Sar, Babuş) unutuverir kalecimiz. 'Onuncu ve sonuncu' [arkadaşlarına göre 'kaçıncı son'(!)] aşkıymış genç kız. Çapkınlığa paydos! 'İçinde en ufak bir kötülük hissi olmadan' İzmir'i gezdirir! Üç gün içinde hem kenti hem de Varol'u 'yakından' tanımış solistimiz! Nişanlanırlar. Ankara'ya, bir gazino çalışması için gitmesi çapkın kaleciye 1200 liraya mal olmuş. Telefon faturası '1200 değil 10 200' bile olsa umurunda değil! Çünkü 'onuncu ve sonuncu'! Ancak iki hafta sonra Varol'un sağ elindeki 'solist alyansı' çıkıp yerine ev hanımı Nuran Yıldırım'ınki gelir! Müstakbel gelin Galatasaraylıymış. Varol da o günlerde "Son aşkım Galatasaray" diyerek sarı kırmızılı renklere transfer olmuştu. '14 yaşından beri Galatasaraylıymış ve Altay'a kazandırdığı puanları geri alacakmış'! Milliyet'ten Nurhan Aydın'a verdiği "Ben Çapkınlığı Sevmem" röportajı (Nisan, 1968) bir harika! 4. evliliğini Hülya Tuğlu ile yaparken de "Bu son" diyor (03 Aralık 1975). 5. evliliği ise Aylin Hanım'la!

 

Nihat Ziyalan, ta Avustralya'dan sesleniyor ('Orada İlkbahar'); "Yılların izi bedenimde//Hangi uykuyu uyusam//Uyanınca benimle."    

 YORUMLAR  ({{commentsCount}})
{{countDown || 2000}} karakter kaldı
{{comment.username}}
{{moment(comment.date).fromNow()}}
Uyarı:  Yorumunuz, yönetici tarafından onaylandıktan sonra tüm ziyaretçilerimiz tarafından görüntülenebilecektir. (Bu mesajı sadece siz görüyorsunuz)
{{reply.username}}
{{moment(reply.date).fromNow()}}
Uyarı:  Yorumunuz, yönetici tarafından onaylandıktan sonra tüm ziyaretçilerimiz tarafından görüntülenebilecektir. (Bu mesajı sadece siz görüyorsunuz)