14 Kasım 1914'te Ali Fuat Uzkınay tarafından bugünkü Yeşilköy'ün eski adı olan Ayastefanos'taki Rus Abidesi'nin yıkılışını kameraya kaydetmesi Türk Sinema Tarihi'nin başlangıcı, Uzkınay'da ilk Türk sinemacısı kabul edilir. Bu tarihten 1950'li yıllara kadar geçen süreç sinema tarihimizde Muhsin Ertuğrul dönemi olarak adlandırılır.
31 Temmuz 2012

14 Kasım 1914'te Ali Fuat Uzkınay tarafından bugünkü Yeşilköy'ün eski adı olan Ayastefanos'taki Rus Abidesi'nin yıkılışını kameraya kaydetmesi Türk Sinema Tarihi'nin başlangıcı, Uzkınay'da ilk Türk sinemacısı kabul edilir. Bu tarihten 1950'li yıllara kadar geçen süreç sinema tarihimizde Muhsin Ertuğrul dönemi olarak adlandırılır. Dönemin en belirgin özelliği teatral sinema anlayışıdır.Sinemamızın emekleme çağı olan bu dönemde çekilen filmlerde tiyatronun etkileri belirgin şekilde görülmekte ve henüz adına sinema denemeyecek denemeler yapılmaktadır. 1940'lı yılların ortalarından itibaren Ömer Lüftü Akad, Faruk Kenç, Şadan Kamil, Orhan Murat Arıburnu gibi yönetmenler tarafından sinema artık bir sanat olarak ele alınmış ve tiyatro etkisinden arındırılmış bir sinema yapılmaya başlanmış, sinemanın kendine özgü biçimsel ve içeriksel dinamikleri üzerinde durulmuş,beyazperde ve sahne arasındaki fark artık iyiden iyiye ayırdedilmeye başlanmıştır.

Geçiş dönemi olarak adlandırılan bu dönem yönetmenlerinin katkılarını inkar etmemekle beraber sinemamızı anlatım,konu ve kurgu gibi kavramlara kafa yorarak geliştiren,zenginleştiren,Türk Sinema'sının ulusal dilinin oluşmasını sağlayan yönetmenler "Sinemacılar Kuşağı" olarak adlandırılan yönetmenlerdir. "Sinemayı sanat yapanlar" olarakta bilinen bu yönetmenler büyük ustalarımız Ömer Lütfü Akad,Atıf Yılmaz, Metin Erksan, Halit Refiğ, Osman F.Seden ve Memduh Ün'dür. Bu yönetmenlerimizi 1960'ların ortalarında sinemaya giriş yapan ve "yeni kuşak" olarak adlandırılan bir dizi yönetmen izlemiştir. Bu kuşağın umut veren  yönetmenleri  Zeki Ökten, Fevzi Tuna, Erdoğan Tokatlı, Remzi A. Jöntük, Tunç Başaran, Bilge Olgaç, Duygu Sağıroğlu gibi isimlerdi.

Bu isimlerin biraraya gelip ortak bir manifestoya imza atmak, sinemaya yeni bir soluk kazandırmak veya "yeni bir akım" yaratmak gibi bir niyetleri yoktu. Onları birleştiren tek ortak nokta sinema sevgileri idi. Bazıları dikkat çekici filmlerle isim yaptıktan sonra çeşitli türlere ve furyalara kapılıp ödün verdiler, bazıları bir iki filmden sonra devamını getiremedi, Zeki Ökten ve yazımızın asıl konusu olan Tunç Başaran gibi bazıları da dönemler itibarı ile değişikliklere uyum sağlayıp kendilerini yenilediler, önemli işlere imza attılar,saygın bir yönetmen olarak günümüze değin varlıklarını sürdürdüler.

Tunç Başaran sinemaya Memduh Ün'ün asistanı olarak girdi. Sinemaya dair herhangi bir alternatif fikri ve tezi olmayan Başaran ilk dönemi olarak kabul edilecek 1964-1973 arası piyasa koşullarına uyarak önüne gelen her filmi çekerek pekte umut vermedi. Belki de amacı sadece sinemayı öğrenmek, kamera açısı, plan, şaryo, kurgu nedir? sorularına cevap aramak olan Tunç Başaran bu dönemde Tarkan'dan Hazret-i Ali'ye,Korkusuz Kaptan Swing'ten Ayşecik ve Sihirli Cüceler Rüya Ülkesinde'ye kadar çoğu kostüme ve tarihi dekorlarda geçen bir dizi filme imza atarak adeta bir her kopan furyaya katkıda bulundu. Tabi ki bu dönemde çektiği ve filmografisinin en iyi filmlerinden biri olan Orhan Kemal'in Murtaza'sını diğerlerinden ayrı tutmak ve hakkını vermek gerekir.

1973'te sinemadan ayrılıp reklam sektörüne geçen Başaran'ın 14 yıllık ayrılıktan sonra dönüşü muhteşem olmaz ama eski çizgisinden son derece farklı ve o dönem itibarı ile revaçta olan ve şimdilerde "entel film, bunalım filmi" diyerek küçümsenen sinema anlayışını birebir yansıtan "Biri ve Diğerleri" ile sınırlı da olsa seyirciyle buluşur ve film genel olarak beğenilir. Peşisıra asıl patlamayı yaptığı ve bir daha ayni başarıyı yakalayamadığı meşhur Uçurtmayı Vurmasınlar gelir.Bir edebiyat uyarlaması olan ve hayata, özgürlük,sevgi gibi kavramlara küçük bir çocuğun gözünden sıcacık bir yorum getiren film inanılmaz ilgi görür ve beğenilir.Sinemamızın klasikleri arasına girer. Bu ilgiden cesaret alan Başaran'ın bir sonraki filmi yine bir edebiyat uyarlamasıdır: Kemal Demirel'in Evimizin İnsanları romanından uyarladığı Piano Piano Bacaksız... İkinci Dünya Savaşı'nın yoksulluk ve kıtlık dolu yıllarında eski bir konakta birarada yaşayan bir grup insanın umutlarını,dayanışmasını,çekişmelerini yine küçük bir çocuğun bakış açısıyla oldukça naif bir sinema diliyle anlatır. Ancak bu kez formül tutmaz ve film Uçurtmayı Vurmasınlar'ın başarısını yakalayamaz.Sınırlı bir ilgi ve beğeni ile yetinmek zorunda kalır.

Artık sevgi filmleri yönetmeni olarak anılmaya başlayan Başaran bir sonraki çalışması Uzun İnce Bir Yol filmi ile adeta şaşırtır. Serbest bir Deli Dumrul yorumu olarak nitelenebilecek filmde yurtdışından dönüş yapan bir ailenin yol boyunca yaşadıkları ve azraille didişmeleri anlatılır. Yer yer korku filmi bazen de trafik konulu bir eğitim filmi  havasına bürünen filmde Başaran'ın son iki filmindeki sıcaklık ve duygu yoğunluğu yok denecek kadar azdır. Ancak film son derece ilginç, akıcı ve değişik bir deneme olarak Başaran filmografisinde ayrı bir noktada durur .

Edebiyat uyarlamalarından vazgeçemeyen Tunç Başaran bu kez Ayla Kutlu'nun romanından uyarladığı Sende Gitme'yi çeker. Diğer filmlerine oranla seyri daha dikkat ve ilgi gerektiren, ağır tempolu ve zor bir film olan Sende Gitme Başaran'ın alışıldık duygusal yüklü dünyasını özleyenlerin beklentilerini karşılayan bir film olur ancak bu kez aşırı iyimserlik ve dozunda bir duygusallık sözkonusudur. Türkan Şoray'ın oynayacağı haberleri ile gündeme gelen ancak Ayda Aksel'in oynadığı Kaçıklık Diploması filminde ise  manik-depresif teşhisi konulan  bir kadının tedavi sürecinde geçmişiyle yüzleşmesi ve gel-gitlerini anlatır. Atatürk'le ilgili göndermeler başta olmak üzere oldukça sıradışı bir içeriğe sahip film fazla ilgi görmez, Sen de Gitme gibi değeri bilinmeyen bir yapıt olarak kıyıda köşede kalır.
2000 yılında çektiği Abuzer Kadayıf ise ikinci döneminin en harcılaem filmidir. İbrahim Tatlıses'ten esinlenilmiş Abuzer Kadayıf tiplemesi aslında Sosyoloji profesörü Ersin Balkan'dır. Karısının ölümüne sebep olan tinerci çocuklar için sığınacakları bir yuva yapmak amacıyla bir gece de Abuzer'e dönüşür. Bir süre sonra para ve ilkeleri arasında seçim yapmak zorunda kalır.

Bir kısım izleyici filmi bir komedi filmi olarak beğenirken bir kısım izleyici ise filmi oldukça saçma ve abartılı bulur.Başrol oyuncusu Metin Akpınar bir röportajda "filmde sosyal bir yaraya parmak bastık" diye vurgulama yapmak zorunda kalmıştır. Zira filmde Metin Akpınar'lı erotik sahnelerden türkülere kadar herşey konuşulur, tartışılır ama kimse filmin sosyal mesajını sözkonusu etmez.Diğer yandan İbrahim Tatlıses'te benim hayatımı film yapmışlar diye Tunç Başaran'ı mahkemeye vereceğini açıklar.

Sinema Bir Mucizedir filmi Memduh Ün tarafından çekilmeye başlanır ancak rahatsızlanınca eski asistanı Tunç Başaran ustasına el vererek filmi tamamlar. Film Zıkkımın Kökü ya da Cennet Sineması gibi klasik bir "taşra, küçük çocuk ve sinema sevgisi" temalı bir filmdir. Son olarak 2008 yılında Vesaire Vesaire adlı filmi çeken Tunç Başaran 1960'ların ikinci yarısından itibaren sinemamıza hizmet eden,inandığı çizgiden ödün vermeyen,sinema diline hakim usta mertebesine yükselmiş, en önemli yönetmenlerimizden birisidir.

Umarım daha uzun yıllar film çeker ve sinemamıza "Tunç Başaran filmleri" kazandırır.

 YORUMLAR  ({{commentsCount}})
{{countDown || 2000}} karakter kaldı
{{comment.username}}
{{moment(comment.date).fromNow()}}
Uyarı:  Yorumunuz, yönetici tarafından onaylandıktan sonra tüm ziyaretçilerimiz tarafından görüntülenebilecektir. (Bu mesajı sadece siz görüyorsunuz)
{{reply.username}}
{{moment(reply.date).fromNow()}}
Uyarı:  Yorumunuz, yönetici tarafından onaylandıktan sonra tüm ziyaretçilerimiz tarafından görüntülenebilecektir. (Bu mesajı sadece siz görüyorsunuz)