Geleneksel olan daha doğrusu 50'li yıllarda halihazırdaki haliyle kökleri gelişen Türk Sinemasını, kendi birikimleri ve sanat bakış açısı ile harmanlayan usta bir isim Atıf Yılmaz.
31 Temmuz 2012

Geleneksel olan daha doğrusu 50'li yıllarda halihazırdaki haliyle kökleri gelişen Türk Sinemasını, kendi birikimleri ve sanat bakış açısı ile harmanlayan usta bir isim Atıf Yılmaz. Sinemaya başarılı filmleri ile imzasını atmasında elbetteki Hukuk Fakültesi'nde ve Güzel Sanatlar Fakültesi Resim bölümünde okumasının etkisi büyük. Sosyal yaşama dönük filmlerinin bu denli güçlü olmasının sebebini hayatın ta kendisi olarak tanımlanan hukuk nosyonuyla; filmlerindeki görsel dokunun güçlü oluşunu da sanatın en etkili mecralarından biri olan resim alanıyla olan yakınlığı şeklinde ilişkilendirilebilir. Eleştirmen, senarist ve ressam Atıf Yılmaz için dahil olduğu bir projede her türlü fiktif öngörüden uzak şekilde hayranlık uyandırıcı mahsüllerin meydana gelmesi kaçınılmaz. Ünlü yazar Perihan Mağden'in bir makalesinde de bahsedildiği üzere, Atıf Yılmaz filmi "Aşktan Da Üstün", bir erkeğin duygu çemberi ve fekarlık sınırını sorgularken; maneviyat ile mutlak kötüler karşısındaki insani değerlerin sınanmasıdır. Bu nedenle bu filmin adının Seksten De Üstün şekilde düşünülmesi mümkündür. Ancak filmdeki zıt kutuplar arasındaki mücadelenin gerçekliği noktasında seyirciyi şaşkına çeviren unsur elbetteki yönetmenin becerisidir. Perihan Mağden'in filmin ismi konusundaki yaklaşımına müphem eleştriler getirilebilir ancak yönetmenin başarı odağı olması yönüyle bu konuda konsensüs halinde olmamak mümkün değildir. Zaten Yılmaz'ın ünlü sinema-roman kritiği de mutlak gerçeğin ne denli değişken olabileceğine göndermeler yapmaktadır. Sinema bambaşka bir sanat alanıdır ve herşey gibi zamana yenik düşebilir de. Atıf Yılmaz sinemamızın "Conductio Sine Qua Non" (*) olarak evrensel dilde tabir edebileceğimiz en temel nüvelerindendir. Atıf Yılmaz filmlerine tamamen subjektif ve tikel bir bakış açısı ile eğilerek, örneklemler sunarak konuyu derinleştirmek istiyorum:

1-Ala Geyik(1959): Yılmaz Güney, Atıf Yılmaz, Halit Refiğ ve Muzaffer Sarısözen gibi isimleri biraraya getiren film, kendinden sonra tekrarının çekilmesi hasebiyle özel bir filmdir. Salon filmleri ve üvertür sinemanın karşısında köy realitelerine karşı duruşu ile film hayranlık uyandırıcıdır. Yılmaz Güney gibi kişisel becerisi ve sinema zekası tarafımdan hala anlaşılamayan deha bir ismin filmde yer alması isabetli olduğu kadar Atıf Yılmaz, yönetmen olarak filmde Yılmaz Güney'in yeteneğine; kendi yeteneklerini eklemiştir. Yaban hayatında yahut taşra olarak telakki edilebilecek diğer alanda aşk ve zorlama ikilemi arasında sıkışan bireylerin, aşkları uğruna sergiledikleri mücadeleci tutum; muhalif filmin nirengi noktalarından biridir. Para, zor kullanma ve toplumsal baskının köy hayatındaki tahrip edici yönleri filmde ustalıkla seyirciye aktarılmıştır. Geleneksel sinema alanına dahil edilebileceği de iddia olunabilen bu film; gerek teknik açıdan gerekse Halil ve Zeynep'in kıyasıya mücadele verdikleri, sahiplendikleri aşklarının temsili açısından; üstün bir sinema anlayışına işaret etmektedir.

2-İki Gemi Yanyana(1963):Durum komedisi olarak tanımlayabileceğimiz film, sahne geçişlerdeki ve olay bağlantılarındaki kusursuzlukla dikkat çekmektedir. Karışan çantaların veri olarak senaryoda yer alması ile yetinilmemiş; bununla ilişkilendirilen tüm kişi ve olaylar filme başarılı bir şekilde aktarılmıştır. Orhan Günşiray ile Filiz Akın'ın başarılı bir ikiliyi temsil ettikleri filmde sadece esas karakterlerle yetinilmemiş yan roller de iyi işlenmiştir. Turgut Boralı'nın bariz bir biçimde kendini hissettirdiği filmde bu nokta bir yönetmen başarısıdır. Komedi filmlerindeki eksik bir parçanın filmin tümüne malolan sakıncalar doğurduğu düşünülürse filmin apayrı ve çok başarılı olduğu söylenebilir. Filmde dikkat çeken bir diğer noktada ünlü öpüşme sahnesidir. Siyah saçları ile farklı bir şekilde karşımıza çıkan Suzan Avcı, Sevda Nur ile filmde öpüşür. Elbette ki şehvetli bir öpüşme olduğu iddia edilemez ancak kelebek öpücüğü de olsa böyle bir sahnenin filmde yer alması ciddi anlamda bir farkındalıktır.

3-Adak(1979): Özellikle 80li yıllardaki başarılı -çoğu zaman aykırı- filmleri ile dikkat çeken Başar Sabuncu'nun senarist olarak karşımıza çıktığı film; gerçek bir hiyakeden yola çıkılarak hazırlanmış olup, içinde arşiv ya da belgesel argüman diyebileceğimiz eklentilerle dikkat çekmektedir. Sinemanın seks furyasına teslim olduğu 70lerin sonunda töre, dini inanış, ve adalet üçlemesi etrafında gelişen en iyi sosyal filmlerden biridir. 50li ve 60lı yılların köy temalı filmlerinde ana karakterleri aşk sorunsalına teslim eden bakış açısının karşısında bu filmin sert dili, bir anlamda sosyal manifesto gibidir. Tarık Akan'ın başarılı oyunculuğunun yanı sıra Yönetmen Atıf Yılmaz tarafından filmde yansıtılmak istenen buhran ve toplumsal çelişki dokusu, filmin genel atmosferinde kendini hissettirmektedir. Genellikle yaşanmış kırsal kesim hikayelerinin sinemaya aktarıldığı 70ler döneminde bu filmlerin çoğunun abartılı ajitasyon yaptıkları da bir kısım çevrelerce iddia olunan vakıalardan biridir. Konu olarak gerçek bir hikayeden giden ancak sinemaya aktarımında gerçeklikten uzaklaşan onca filmin yanında Adak, toplumsal vicdan ve bireysel vicdan ekseninde tamamen gerçek bir bakış açısı sunmaktadır.

4-Mine(1982):60lı ve 70li yıllarda sinemanın temel taşlarından biri olarak izleyicinin karşısına çıkan ve yoncanın yapraklarından biri olan Türkan Şoray'ın sinema hayatında, dönüm noktası olan filmlerden biridir. Öpüşmek yerine öpüşür gibi yapan aşk tasviri sadece süslü sözlerden ibaret olan eski sinema kadın yıldızının karşısında; aşka susamış bir kadını yaratır Atıf Yılmaz. Aşkı el ele tutuşmak olarak algılayan ve sinemaya Türkan Şoray'ın perdesinden bakan yerleşik zihniyet, Mine karakterinin yatak odası ile tanışınca aslında herşeyin hızla değiştiğinin sinyalleri de verilmiş olacaktır. 80li yıllarda bir kısım salon filmlerinde de yer alan Türkan Şoray'ın, bu filmdeki farkı elbetteki gerçekliğidir. Özel yaşantısında fırtınalar esen sanatçının bu gidişatı filmlerine de birebir aktarılmıştır. Şöhretli ama mutsuz kadın, zengin ama umutsuz kadın tiradı ile izleyiciyle buluşan Şoray; kurtarıcı olarak gördüğü erkekle tanışır ve filmde onunla gerekirse sevişir. Mine gibi arızalı ve kişilik sorunsalı yaşayan bir karakterin belli bir kalıba oturtulmasında Atıf Yılmaz, rahat davranmış; kadın realitesini duygu ve cinsellik bakımından filme aktarmıştır. Duyguları olan, isyan eden gerekirse baş kaldıran diğer kadın modeli bu filmde her anlamda zirvededir.

5-Dağınık Yatak(1984):Türkan Şoray'ı yeni baştan tanımlayan Atıf Yılmaz; Müjde Ar'a da sinemada öteki kadın anlamında farklı bir istikamet yaratmıştır. Türkan Şoray aşkı sorgulayan kadın olarak izleyiciye sunulurken; Müjde Ar toplum zorlamaları ve cinsellik paralelinde istismar edilen kadın olarak karşımıza çıkar. Dağınık Yatak, Meryem'in hikayesi olduğu kadar, toplum da fahişe olarak adlandırılan seks işçilerinin de toplumsal hikayesidir. Hayatın güzel bir yöne doğru akacağı ümidiyle günlerini tüketen ancak yolun sonuna gelindiğinde aşkın aslında bir yalandan ibaret olduğu gerçeği ile karşılaşan fahişelerin hikayesi. 80li yılların filmlerinde fahişe olgusu genelde filmlerde fuhuş ve seks imgesi olarak konan yapmacık makyajlar iken, bu filmdeki hayat kadını olgusu kadının ta kendisidir. Meryem'i kusursuz işleyen hatta yer yer törpüleyen Atıf Yılmaz, Müjde Ar'ın üstün oyunculuk gücünü de kullanmasını bilmiş; edilgen olarak herdaim ezilen aşk fukarası zavallı fahişelerin karşısında; çevresine hükmeden, erkekleri yöneten kadını çıkarmıştır. Ancak kadına verilen bunca güce rağmen herdefasında toplum gerçekleri ile paralel olarak seks işçisi olduğu yüzüne vurulmakta; önceki hayatı peşini bırakmamaktadır. Meryem, temsil ettiği meslek grubunun psişik olarak en iyi temsilcilerinden biridir. Çünkü o sevgide de kaybeden bir fahişedir.

6-Düş Gezginleri(1992):Atıf Yılmaz'ın en cesur filmlerinden biri olan Düş Gezginleri 80lerde oldukça popüler olan ve 90larda eskimeye yüz tutan fahişelik kurumunu bir yana iterek bir başka alana göz kırpar. Bu da alt kültürün bir parçası olarak görülen, azınlıkta kalmaya itilen ve 80lerin filmlerinde bir aşağılama ve komedi unsuru olarak karşımıza çıkan eşcinsellikten başkası değildir. Eşcinsel olduğu için dalga geçilen yahut hor görülen bireyler bu filmde bir anlamda meşruiyetini ilan eder. Çünkü onlar bu durumu fuhuş ya da seks aracı olarak görmemekte kendilerine bir yaşam biçimi olarak seçmektedirler. Doktor Nilgün(Meral Oğuz) toplumsal baskı ve istismarların uzağında bir hayat sürmeye başlarken, Atıf Yılmaz bu zor karakteri ustalıkla inşa eder. Nilgün ne pespaye bir cinsel giderim vasıtası ne de hayatın anlamını sorgukayan bir filozoftur. Sadece temsil ettiği sosyal konumun şartları neyi gerektiriyorsa bunu yapmaya çalışan, ama aşktan da vazgeçmeyen güçlü bir kadındır. Bu kez farklı cinsel kimlikleri ortaya çıkarma misyonunu giyen Atıf Yılmaz, Nilgün'ün hayatına yön verirken, erkek baskısı, çevresel müeyyideler ve bireysel insan psikolojisinin ne denli çelişik olduğunu ortay çıkaracaktır. Aşka susamış sinema ikonu kadın, toplum dışına itilemeyen güçlü fahişe tipi derken, Atıf Yılmaz'la hayat bulan sosyal konum sahibi eşcinsel model 90ların başında sinemayı etkisi altına alacaktır.

(*)Condicio sine qua non:Gerekli parça, olmazsa olmaz unsur.

 

 YORUMLAR  ({{commentsCount}})
{{countDown || 2000}} karakter kaldı
{{comment.username}}
{{moment(comment.date).fromNow()}}
Uyarı:  Yorumunuz, yönetici tarafından onaylandıktan sonra tüm ziyaretçilerimiz tarafından görüntülenebilecektir. (Bu mesajı sadece siz görüyorsunuz)
{{reply.username}}
{{moment(reply.date).fromNow()}}
Uyarı:  Yorumunuz, yönetici tarafından onaylandıktan sonra tüm ziyaretçilerimiz tarafından görüntülenebilecektir. (Bu mesajı sadece siz görüyorsunuz)