Bu hafta değerli eğitimci, senarist ve yönetmen Mehmet Aydın'ı konuk ediyoruz. Bir dönem Türk Sinemasına damga vurmuş, Umut, Mavi Mavi, Suçumuz İnsan Olmak, Yarınsız Adam gibi pek çok filmin senaristi değerli sanatçıyla Yakup Sancı sizler için söyleşti...
31 Temmuz 2012

Mehmet Aydın, 1944 yılında Konya'da bir asker çocuğu olarak dünyaya gelir. Babanın görevinden ayrılması nedeniyle aile zor bir döneme girer. Okumayı çok seven Mehmet Aydın'ın hayali öğretmen olmaktır. Konya'nın Ayrancı bucağı ilkokulunu birincilikle bitirdikten sonra, 2 sınavdan geçerek öğretmen okuluna girmeyi başarır. Okul yıllarında, önce sınıf, sonra okul gazetesini çıkarır. Toros Dağı'nın yamacındaki bu yatılı okulda, 60 kişilik yatakhaneler vardır. Soba yoktur, camlar da macunsuz; kış geceleri, dişler keman çalarak yatağa girilir. Dışarısı buz gibi de olsa, her sabah derslerden önce yarım saat toplu spor yapılır. Okulun devamlı soba yanan tek mekanı, okul kütüphanesidir. Ve orda binlerce kitap vardır. Mehmet Aydın boş zamanlarını ya orada, Dünya klasiklerini okuyarak; ya da zemini toprak sahada, basket oynayarak geçirir... 12 yaşında girdiği, yatılı okuduğu İvriz öğretmen okulunu birincilikle bitirir.
 
19 yaşına geldiğinde genç bir öğretmen olarak Kars'ın Sarıkamış ilçesine bağlı Uzungazi Köyü'ne atanır. Taşıt yolu olmayan köye; tarif edilen dağ yollarından;
"Annem Beni Yetiştirdi / Bu Yerlere Yolladı" diye marş söyleyerek giderken, heyecanla okulunu merak eder... Ve okuluna ulaşır: Kapı kilitli. Anahtar muhtarda. Muhtar kaçak, dağda... Köy bekçisiyle açar kilitli kapıyı: İçerde, kırık dökük sıralar, bazıları camsız pencereler ve eski bir odun sobası. Karatahta yok... Bekçiye para verir, 10 yumurta almasını söyler. Bakkal yok, evlerden alınacak yumurtalar ama yemek için değil...

Odun sobasının borularının kurumları bir gazetenin üstünde toplanır; üstüne yumurtalar kırılarak, yoğrulur. Kara tahtanın kara boyası hazırlanır. Birkaç sıra kırığı birleştirilerek boyanır ve karatahta hazırdır. Böyle başlar onun eğitimciliği...

Ama biz onu, eğitimciliğinden çok, sinemacı yanıyla tanırız... Yılmaz Güney'in teşvikiyle senaryo, Kadir İnanır'ın teşvikiyle yönetmenlik yaparak uzun yıllar sinemamıza hizmet eden ve etmekte olan Mehmet Aydın, Aynı zamanda ünlü yönetmenlerimizden Remzi Aydın Jöntürk'ün kardeşidir.

Mehmet Aydın: Konya-İvriz İlköğretmen okulunda basketbol takımının kaptanıydım ve çok güzel basket oynadığımı söylerlerdi. İstanbul Eğitim Enstitüsünde de basket takımının kaptanı oldum. Beden eğitimi bölümü olmasına rağmen okulun basket takımı kaptanı bendim. İstanbul Eğitim Enstitüsü, yatılı ve çok güzel bir okuldu. Yattığı yerler nur olsun çok ünlü hocalarımız vardı: "Bu Vatan Kimin" şiirinin ozanı Orhan Şaik Gökyay; Lise edebiyat kitaplarının yazarı, büyük edebiyat bilimcisi Nihat Sami Banarlı ve Türk edebiyatının büyük şairlerinden Behcet Necatigil.

Behcet Necatigil benim ilk öykümü okuduğunda, "Bu arkadaşı bulun getirin" demiş. İlk tanıştığımızda büyük heyecan duymuştum. O devrin en büyük şairlerinden biriydi. Yanına gittiğimde bana, "hoş geldin hikayeci arkadaşım" dedi. Bu beni çok mutlu etmişti.

Yakup Sancı: Senaryo çalışmalarınız nasıl başladı?

Mehmet Aydın: Öğretmen okulundayken son yaz İstanbul'a ağabeyim Remzi Aydın Jöntürk'ün yanına gelmiştim. Remzi ağabeyimin yanında bir sinema ustası, bir büyük insan tanıdım. Yılmaz Güney'di bu. Bana ilk senaryo yazdıran, yazmamı isteyen, beni teşvik eden Yılmaz Ağabeydi. Ağabey, ben yazamam dediğimde; "Mehmet sen yazarsın" dedi. Çünkü bazı hikayelerimi okumuştu.

Öğretmenlik yaparken, 19 yaşımda Sarıkamış'da yazdığım bir hikaye; Ülkenin en büyük edebiyat dergisi olan Varlık'ta çıkmıştı. Üstelik yılın en başarılı 12 hikayesinden biri olarak, yıllığa alınmıştı. Bu benim için büyük bir olaydı. İşte Yılmaz Güney'in beni senaryo yazmaya yönlendirmesi de bu hikayem sayesindeydi ve hayatımın dönüm noktalarından biri oldu.

İstanbul Eğitim de okurken okul idaresinden bir not geldi. Beni Dadaş Filmden aramışlar ve bu firmayı aramamı istiyorlarmış. Dadaş Film Yılmaz Güney filmlerini çeken bir firmaydı. Aradım bana telefonda "Mehmet Bey bize kadar gelir misiniz? Yılmaz Güney'le bir film yapacağız, filmin senaryosunu siz yazacakmışsınız" dedi. Bundan benim haberim bile yoktu. Yılmaz Ağabey öyle istemiş; "Senaryoyu Mehmet Aydın yazacak. Onu bulun yazsın" demiş. O dönem için bazılarının unutamadığı bir filmdi "Eşkıya Celladı" Bu filmin senaryosunu yazdım. Bu filmde Yılmaz Ağabey üç rolü birden oynuyordu.

Artvin de öğretmenlik yaptığım bir yıldı ve yaz tatili için İstanbul'a gelmiştim. Yılmaz Ağabey'den yine bir teklif geldi. Adana da festival için çekeceği bir film vardı. "Bu filme bir hikaye istiyorum." Dedi. Konuştuk, bir hikaye sapladık. "Arabacı Halit" diye bir senaryo yazdım. Yaz tatillerinde Süreyya Duru'ya asistanlık yapmıştım daha önceleri. Yılmaz Ağabey" Bu filmde benim asistanım ol" dedi. Yeni evlenmiştim 1970 yılında. O yıl İstanbul'da eşimle yaz tatilini geçirecektim, gidemedim. Çok üzüldüm. Benim asistan olarak gidemediğim filme Yılmaz Ağabey Şerif Gören'i asistan olarak aldı. Senaryoyu da biraz değiştirerek filmi çektiler. Yılmaz Ağabey filmin adını da değiştirdi. Benim Arabacı Halit, "Umut" oldu ve sinema tarihine geçti.

Yakup Sancı: Bu filmin senaryosu size aitse neden adınız yazmıyor?

Mehmet Aydın: Yılmaz Ağabeyden o günlerde bir ricada bulunmuştum. O devirler çok farklı devirlerdi. Ben bir lise de öğretmeniydim, adım solcu, komünist diye çıkarsa beni meslekten men ederler ağabey, benim adımı senaryoya yazma dedim. Yılmaz ağabey de beni anlıyordu "tamam" dedi.

Yakup Sancı: Sizin senaryo yazdığınız dönemler sansür nedeniyle sinemanın sancı çektiği yıllardı. Ne tür zorluklar yaşadınız?

Mehmet Aydın: Cüneyt Arkın'lı bir senaryom vardı. Sansür kurulu, "Bu film de gecekondu görüntüleri var, Türkiye'yi küçük gösteriyor" gerekçesiyle filmi reddetti. Yapımcı bu sahneleri filmden çıkararak zar zor filmi sansürden geçirebildi.

Kadir İnanır'la Uludağ da bir kayak hocasının öyküsünü anlatan ve benim çok sevdiğim hikayelerimden biri vardı, "Sevgi Çıkmazı". Rahmetli Osman Yağmurdereli'yi bu filmde ilk ben oynatmıştım. Kadir İnanır'ın arkadaşı olarak rol almıştı. Bu filmde; Cahit Kulebi'nin en güzel şiirlerinden biri vardı. Ve şiirde bir mısra: "Benim doğduğum köyleri akşamları eşkıyalar basardı". Bu mısra yüzünden, film sansüre takıldı. Gerekçe: "Türkiye böyle asayişsiz, güvenliksiz bir yer değildir."  Böyle bir dönemde senaryolar yazdım.

Her ne kadar senaryolar yazsam da mesleğimi, öğretmenliği çok seviyordum. Daha sonraları Cüneyt Arkın'ın sinemada fırtınalar gibi estiği yıllarda, onun isteği üzerine birkaç senaryo yazdım. Bunların en önemlisi "Yarınsız Adam"dı. Bu filmde de yine sansüre takıldık. Cem Karaca'nın bir şarkısı vardı. "Mutlaka yavrum mutlaka" diye bu şarkı nedeniyle sansüre takıldık. Oysa Cem Karaca bu şarkıda bilimi, kitabı rehber gösteriyordu. "Biz istediğimiz dünyayı kuramadık, siz bir gün kurarsınız. Mutlaka yavrum mutlaka" diyordu. Türk sineması o yıllarda beklenen sıçramayı yapamamışsa bunun nedeni, sorumlusu, baskılar, engeller koyan sansür kuruludur.

Yakup Sancı: Sansür kurulu çekmek istediğiniz filmleri çeşitli gerekçelerle engelledi. Anlatmak istediğiniz hikayeleri istediğiniz gibi anlatamadınız. Peki sinemanın kontrol altında tutulmasının nedeni neydi?

Mehmet Aydın: Anlatamadık. Bütün dünyada sinema devletlerin en büyük destek verdiği sanat dalıdır. Çünkü o ülkeyi tanıtacak, o ülke insanlarını birbirine kaynaştıracak en önemli uğraş sinema sanatıdır. Bu nedenle sinema dünya ülkelerinde büyük destek görür. Ama bizde sinema uzun yıllar devletten köstek görmüştür. Örneğin yurtdışına bir film gidiyorsa bu çeşitli gerekçelerle hemen engellenirdi. Bu konuda en çok mağdur olanlardan biri de Yılmaz Güney ve filmleriydi. Bunu belirtmekte yarar var.

Yakup Sancı: Atatürk'ün sinema için söylediği çok güzel bir söz var. "Beyler sinemaya gereken ehemniyeti veriniz" derken, devlet neden köstek oluyordu?

Mehmet Aydın: Çok gülünç durumlardaydık. Biraz önce de dediğim gibi sinema bütün ülkelerin tanıtımı için önemli bir sanat dalı. Biz bunu anlayamadık. Sanki "bu ülke geri kalsın, bu ülke cahil kalsın, bu ülke ilkel kalsın" gibi bir savaş mı vardı bilemiyorum.

Bizim çocukluğumuzda komünizm için garip hikayeler anlatılırdı. Bizi yıllarca komünizm korkusuyla uyuttular: "Bu kış komünizm gelecek, bilmem ne olacak" diye. Öğretmenlik yaptığım o yıllarda bir Laborant arkadaşımı görevden almışlardı. Gerekçe ise şuydu; "neden laboratuarında kurbağayı sağ ayağından astın? Sen solcu musun?" Nazım Hikmet dünyada en büyük şairlerden biri. Bunu sadece biz değil dünya kabul etti. Ama bizim ülkemizde yıllarca Nazım Hikmet şiirleri yasaklandı. Kitaplara giremedi. Bir vatandaş kazara Nazım Hikmet şiiri okusa, o kişi hemen mimlenirdi. Memursa memuriyeti tehlikeye düşerdi. Sinemamız da bu korkular içinde film çekmeye çalıştı.

Yakup Sancı: Yönetmenliğiniz nasıl başladı? Yönetmen olmak istemiş miydiniz?

Mehmet Aydın: Yönetmen olmak gibi bir düşüncem yoktu. Çünkü ben eğitimi çok seviyordum. Mezun olduğum okulda, şimdiki adı Marmara Üniversitesi'ne bağlı Atatürk Eğitim Fakültesi olan, eski adıyla İstanbul Eğitim Enstitüsünde öğretmendim. Daha sonra, Anadolu Hisarı Gençlik ve Spor Akademisi vardı. Burada öğretim görevlisi olarak çalışmaya başladım. Beşiktaşlı Feyyaz, Sinema oyuncusu Tarık Tarcan o zamanlar benim öğrencilerimdi.

Bu okulda Kadir İnanır'ın oynadığı "Yaz Bitti" filmi çekildi. Zeki Alasya yönetmeniydi. Bu filmler sinemalarda oynadığında büyük yankılar yaptı. O yıllar, İbrahim Tatlıses'in Kara Yazma, Yalan, Yorgun, Çile, Mavi Mavi gibi çok iş yapan filmlerinin senaryolarını yazdım.
 
Bir kayak hocasının hikayesini konu alan ve Kadir İnanır'ın oynadığı senaryom vardı. Çok güzel bir hikayeydi. Bu filmi çekmesi için bir yönetmen arkadaşı önerdim. Kadir İnanır'ın çok yakınında olan özel biri, Uludağ'da bana: "Mehmet Bey sete gidiyor musunuz? Film nasıl çekiliyor görüyor musunuz?" diye sordu. Ve ısrarla; benim senaryomu, çeken yönetmen arkadaşların yeteri kadar anlayamadığını, çünkü dünyalarının benden farklı olduğunu, senaryolarımın gerçekten amacına ulaşmasını istiyorsam, yönetmenliğini benim yapmam gerektiğini söyledi.

Çok sevdiğim edebiyatçı Sayın Oktay Akbal'ın "Suçumuz İnsan Olmak" hikayesini kendisiyle konuşarak senaryo yapmaya karar verdim. Bu filmde Kadir İnanır oynayacaktı. Yönetmen arkadaş İstanbul'da çekilmesi gereken sahneleri, Marmaris'te çekiyordu. Kadir Bey'in yakınında olan kişi yine; "Mehmet Bey, sana ne söylemiştim? Bu senaryon da katlediliyor" dedi. Film oynadığında gördüm ki gerçekten hem Sayın Oktay Akbal'ın o güzel romanı, hem de benim senaryom katledilmişti.

Kış aylarıydı ve yılbaşı geliyordu. 14 gün çekim süresi vardı senaryosu bile tam olmadan "Küçüğüm" filmini çekmek zorunda kaldım. Abdurahman Palay ağabeyimizin kızı vardı Ceylan Palay, Levent Lisesi ikinci sınıf öğrencisiydi. Sayın Kadir İnanır'la bu kızımız başrol oynamıştı. Filmlerimin müziğini Bora Ayanoğlu'na yaptırıyordum. Bu filmde Bora ile birlikte ünlü fotoğraf sanatçımız İsa Çelik de oynamıştı. Bu ilk yönetmenlik yaptığım film oldu.

Yakup Sancı: Yönetmenliği sevdiniz mi?

Mehmet Aydın: Evet, çok sevdim. Senaryolarımı başka bir yönetmen çekince farklı bir film çıkıyor, dünyalarımızı paylaşamıyoruz. Diskoya gitmeyen bir adam disko sahnesini nasıl çekebilir ki? Ya da Uludağ da kayak hocalarının iç dünyasını görmeyen bir yönetmen, o ortamı yaşamayan bir insan Uludağ'ı nasıl anlatabilir? Kendi senaryolarımı benim çekmemi isteyen arkadaşlar haklılardı.

Yönetmenliği sevdim ama benim eğitimci biri olmam nedeniyle, eğitimci yönüm daha ağır basıyordu. Çünkü devlet beni 12 yaşımdayken almış, seçmiş ve "Bu çocuk öğretmen olacak" demiş. 7 yıl öğretmen okulunda öğretmen olabilmek için beynim yıkanmış, yine devlet beni iki sınavdan sonra öğretmen okulunun devamı olan yatılı Yüksek Okuluna almış, ders vermiş, büyütmüş, heyecanlandırmış. Ben hala bir öğretmenim. Yönetmenlik ve senaristlik ondan sonra gelir.

Yazarlar özgür bırakılmalı

Senaristlik biraz da şanssız bir meslek... Etrafınızdaki bir olayı anlatıyorsunuz, bir haksızlığı anlatıyorsunuz. Birileri çıkıyor "Bu adam solcu" diyor. Pir Sultan'ı yazıyorsun "bu adam alevi" diyor. Ben alevi değilim ama Pir Sultan Abdal'ı yazdım. Yazar, ihtiyaç duyulan her şeyi yazabilir, yazmalıdır. Önemli olan istismar etmeden, yozlaştırmadan yazmak... Yazarları bir politikanın parçası olarak etiketlememek gerekir. Yazarlar özgür bırakılmalı. Bazı yanlışlıkları eleştirin, bu yanlışlıkların üzerine gidin hemen birileri çıkar ortaya ve sana etiketini yapıştırır.

İnsanları Türk, Kürt, Alevi diye ayırmak hiç doğru değil

Gercüş de öğretmenlik yaparken bir komşum vardı, bana gece yarısı çorba getirmişti ve utanıyordu. Ne oldu diye sorduğumda; "Hocam, çorbaya koyacak yağımız yoktu. Pek tadı yoktur, kusura bakmayın" dedi. Yağsız çorbasını paylaşan insanlar tanıdım. Bu insanlar Kürt olabilir ama benim insanım, benim yurdumun insanı, benim vatandaşım. İnsanları Türk, Kürt, Alevi diye ayırmak hiç doğru değil. Bu yurt, bu ülke hepimizin... İnsanları ayrımsız sevmek, sevgiyi egemen kılmak, barış içinde yaşamak varken maalesef, biz mi yoksa bizi birilerimi kavganın içine çelmeye çalışıyor anlamıyorum.

Yılmaz Güney'e hiç kimse bölücü diyemez. Çünkü benim o güzel insanla yaşadığım çok güzel ve özel anılarım var. "Burası benim yurdum Memed'im, hiçbir yere benzemez" derdi. Ülkesini tümüyle severdi. İnsanları diline göre, dinine göre ayırmak hiçbir sanatçının tercih edeceği bir şey değildir. Ayrımcılık nerede, kimin namına olursa olsun lanetlenmelidir.

Yakup Sancı: Bunu neden aşamıyoruz. Yani neden özgürce düşüncemizi yazamıyor, paylaşamıyoruz?

Mehmet Aydın: Bunu aşmayız. Köy enstitülerini neden kapattılar acaba? Çünkü köy enstitüleri en hücra dağlara bile eğitim götürüyordu. "Bu ülke aydınlanırsa, bu ülkenin insanları eğitilirse tehlike olur" diye düşündü birileri ki bu enstitüleri kapattı. Ülkemiz tarihte hep büyük olmuştur, büyük devletler kurmuştur. Büyük uygarlıkların beşiğidir. Onun için bu ülkenin güçlü olmasını istemiyorlar. İdamla yargılanıp Avrupa'ya kaçmak zorunda kalan meşhur bir solcu arkadaşım şöyle demişti. "Mehmet Bey, bizim en büyük hatamız Osmanlıyı, Osmanlı'nın mirasını inkar etmek olmuştur. Çünkü ben Avrupa da yaşarken, bir zamanlar Osmanlı toprakları olan yerleri gezdim, oralarda Osmanlı'nın saygınlığını, büyüklüğünü gördüm" dedi. Bu topraklarda her zaman büyük devletler olmuştur. Onun için güçlü olmamızı istemeyen birileri var.

Yakup Sancı: Bir eğitimci olarak eğitim sistemimizi değerlendirir misiniz?

Mehmet Aydın: Eğitim çökertilmiş durumda. Tarık Tarcan'ın oynadığı "Yasak Cennet" adlı senaryomda, Tarık Tarcan görevinden uzaklaştırılmış bir öğretmeni oynuyordu. Filmde, kızı sınavlara hazırlanıyordu. Sınavları kazanamadığı için de intihar etmişti. Bunları çok yaşıyoruz. Çocukları yarış atı gibi koşturuyoruz. Çocukları eğitmiyoruz. Altılı Ganyan'ı kazanmak için koşan atlar örneği, çılgınca yarıştırıyoruz. Birbirlerini sevmeleri gereken yaşta, birbirlerini yarıştaki hasım rakipler gibi görmelerine yol açıyoruz. Kısaca; eğitim yok, öğretim var. Bu öğretimin içeriği de çok tartışılır. Oysa bakanlığımızın adı Milli Eğitim Bakanlığı. Ama bakanlığın eğitim yönü yok, öğretim yönü var. Dediğim gibi; öğretim yönü de tartışılır. Millisi yok, eğitimi yok. Sadece Öğretim Bakanlığı...

Yakup Sancı: Geçmişten geleceğe uzanan köprüde tekrar buluşmak dileğiyle...

Mehmet Aydın'a Teşekkürler.
Her hakkı saklıdır. Yazarının ve www.sinematürk.com 'un izni olmaksızın alıntı yapılamaz, kullanılamaz.
 
Yakup Sancı İletişim: [email protected]

Kaynak
Yakup Sancı
 YORUMLAR  ({{commentsCount}})
{{countDown || 2000}} karakter kaldı
{{comment.username}}
{{moment(comment.date).fromNow()}}
Uyarı:  Yorumunuz, yönetici tarafından onaylandıktan sonra tüm ziyaretçilerimiz tarafından görüntülenebilecektir. (Bu mesajı sadece siz görüyorsunuz)
{{reply.username}}
{{moment(reply.date).fromNow()}}
Uyarı:  Yorumunuz, yönetici tarafından onaylandıktan sonra tüm ziyaretçilerimiz tarafından görüntülenebilecektir. (Bu mesajı sadece siz görüyorsunuz)