"Halter Mecmuası'ndaki ilanda söyle yazıyordu. "Siz de artist olabilirsiniz." Düşündü. Sonra kendi kendine cevap verdi. "Niye olmayım ki? Tabii olabilirim" dedi. Ok yaydan çoktan çıkmıştı. Haftalığını aldı, bir fotoğrafçıya gidip 5 değişik poz verdi. Tabii haftalığını da fotoğrafçıya verdi. Fotoğraflarını mecmuada yazan adrese postalayıp, beklemeye başladı..." Bu hafta değerli oyuncu Sönmez Yıkılmaz sizlerle...
31 Temmuz 2012

Yakup Sancı: 1955 yılında Rize'de doğdu. Küçük yaşlarda İstanbul'a geldi. 13-14 yaşlarında İstanbul'un Cibali semtinde, bir plastik fabrikasında iş buldu ve çalışmaya başladı. Bir yandan da Amerikan dergileri okuyordu. Bu dergilerde onu etkileyen bir şey vardı! Çizgi roman kahramanlarının vücutları... Evet, onlar gibi bir vücuda sahip olmak istiyordu.

Vakit geçirmeden vücut çalışmaya başladı. Bir taraftan da spor mecmualarını takip ederek, çalışma tekniklerini öğreniyor, beslenmesine dikkat ediyordu. Zaten her şey okuduğu o mecmuayla başlamadı mı?

Halter Mecmuası'ndaki ilanda söyle yazıyordu. "Siz de artist olabilirsiniz." Düşündü. Sonra kendi kendine cevap verdi. "Niye olmayım ki? Tabii olabilirim" dedi. Ok yaydan çoktan çıkmıştı. Haftalığını aldı, bir fotoğrafçıya gidip 5 değişik poz verdi. Tabii haftalığını da fotoğrafçıya verdi. Fotoğraflarını mecmuada yazan adrese postalayıp, beklemeye başladı.

Çok zaman geçmeden haber de geldi. Gelen mektup da ilk üç'e girdiği yazıyordu. Çalıştığı iş yerindeki arkadaşlarıyla vedalaştı. "Ben artist olmaya gidiyorum" dedi, Beyoğlu'nun yolunu tuttu.

O, artist olmak için gelmişti. 1000'in üzerinde filme şu ya da bu şekilde emeğini kattı. Sinemada yapmadığı yapımcılık, yönetmenlikti onları da yaptı. Yıllarca sinemanın içinde oldu. Adı gibi sönmedi, yıkılmadı.

İşte, Sönmez Yıkılmaz'ın sinemaya giriş hikayesi. Peki, şimdi ne mi yapıyor? Buyurun...

Sönmez Yıkılmaz: Beyoğlu'na geldim. Bir filme götürdüler beni. Ben başrol bekliyorum tabii. Cüneyt Arkın sete geldi. İçimden ya bu adamın ne işi var burada diyorum. Bana dediler ki... "Şu tepeye çık, orada vurul, yuvarlanarak aşağıya düş, sonra öl." Yaptım aynısını. "İşin bitti" dediler. Başrol için gitmiştim, nasıl işim biter? Çok zoruma gitti. "İşin bitti" demeleri adeta yıktı beni.

Tünel'den Taksim'e, günde belki 100 defa gidip gelmeye başladım. Bir yönetmen görünce vücudumu hemen şişiriyordum. Bazen de bir yönetmen beni fark eder, dikkatini çekerim diye vücudumu şişirerek yürüyordum. Adaleli, güzel bir vücudum vardı. Akşam olunca da Taksim parkında yatıyor, bir simit bulunca şükrediyordum.

"Artistlik yapma aç kalırsın"

Sette ışıkçılık yapmaya başladım. Sabahın 6'sında kalkıyor, gecenin 3'üne kadar çalışıyordum. Aldığım yevmiye 25 liraydı. Çalıştığım sete bir gün filmde kavgacıyı oynayacak arkadaş gelmemişti, yönetmen bana, "sen oyna" dedi. Tamam dedim. "Şöyle yumruğu ye, şöyle vurul, şöyle düş, böyle öl" dedi. Yaptım. Filmin patronu 100 lira verdi bana. Ben onca saat çalışıyor 25 lira alıyorum, artist 5 dakika çalışıyor, 100 lira alıyor. Vay bee artistlik iyiymiş dedim. Ustama işi bırakıyorum, ben artist oldum deyince... "Oğlum bırak artistiği aç kalırsın" dedi. Böylece benim artistliğim de başlamış oldu.

At koşturacak, attan düşecek, Cüneyt Arkın'dan, Ayhan Işık'dan ondan bundan dayak yiyecek kim var? Sönmez Yıkılmaz. Kavgacı gurubu vardı, önce bu guruba girdim. Her jönün kendi kavgacı gurubu vardı. Daha sonra Cüneyt Arkın'ın kavgacı gurubuna girdim.

Sinemayı yaşatan da biz olduk, bitiren de biz olduk.

Sinemaya 1966 yılında girdim. Hamal, figüran, ışık asistanı, kamera asistanı, set, dekor gibi bir sette ne iş yapılıyorsa hepsini yaptım. Daha iyi dayak yediğim için kavgacılığa başladım. Atladım, zıpladım. Gözümüz kara olduğu için tehlikeli sahnelerde oynattılar. Bütün jönlerden iyi dayak yedim. Dayak yeme ödülü vermediler ama dayak yeme kültürünün öncülerindenim. İnsanlar sokakta gördüğünde adımı bilmiyordu ama bir namımız vardı. "Aha Cüneyt Arkın'dan dayak yiyen adam" diyorlardı.

Yıllarca bu böyle devam etti. Yedik içtik. Çok kahır çektik sinemada. Sinema, sağcı, solcu, dinci, dinsiz, şarkıcı, türkücü, pornocu gibi bazı evreler geçirdi, bütün evreleri yaşadık. Sonra el birliğiyle Türk sinemasını bitirdik. Altın dönemini yaşayan bir sinema, senede 200-300 film çekilen o güzelim Türk sineması bitti. Sinemayı yaşatan da biz olduk, bitiren de biz olduk. Oysa daha güzel çok filmler çekebilirdik.

Yakup Sancı: Sinemada lakabınızı da aldığınız "Ramo-Türk Rambosu" sizin ilk başrol filminiz mi?

Sönmez Yıkılmaz: Bu karakterin asıl adı Ramazan, kısa adı ise Ramo. Ramo, Rambo karşıtı bir karakter. Rambo özel güçlerin temsilcisi. Vietnam kendi vatanını savunuyor, Rambo'nun ne işin var orada? Amerikanın ne işi var orada? Benim vatanımda Amerikanın ne işi var? Amerikan kahramanı Rambo Vietnam'a gidiyor, gariban halkı vuruyor, öldürüyor, kahraman oluyor! Ramo ise bunun tam tersi bir karakter.

İlk başrol oynadığım film 1971 yapımı "Kling Ölüm Saçıyor" 100 lira yevmiye verdiler. 5 günde çektik. Bir ressam vücuduma kling kostümü çizdi. Bu çalışma beş saat sürdü. İşim bittikten sonra hamama gittim. Her tarafım yağlı boya içindeydi. Gazyağı, benzin, sabun derken boyaları çıkarttık. Aldığım yevmiyenin yarısını da hamama verdim. Hevesliydik başrol oynamaya. Bu filmden sonra kahvede 6 ay aç susuz başrol bekledim. Başrol gelmedi tabii. Sonra kavgaya devam ettim.

Yakup Sancı: Sinemanın bittiği o dönemde işi sinema olan pek çok kişi işsiz kaldı. Siz bu dönemi nasıl geçirdiniz?

Sönmez Yıkılmaz: Tiyatronun "t"sini bilmezdim. O dönem tiyatro yaptım. İzmir'de sinema-tiyatro okulu kurdum. Bildiklerimi öğretmeye çalıştım. Talebelerimin hiç birinden para almadım. Bu talebeler varoşlardan gelen fakir ama sinema sevgisi olan çocuklardı. Otobüse binip gelecek paraları bile yoktu. Çoğunun yol parasını karşıladım, ekmeğimi paylaştım. Sonra bu kursiyerlerle tiyatro yaptım. O yıllar birkaç film çektim. Öğrencilerimi bu filmlerde oynattım. Şimdi o dönemde yetiştirdiğim 5-6 öğrencimin özel tiyatrosu var. Başarıları göğsümü kabarıyor. Onlarla gurur duyuyorum.

Sinemada işsizliğin olduğu o dönemde çok arkadaşımız kahvehane köşelerinde akşama kadar oturdular, iş beklediler. Çok arkadaşımızı da kaybettik, Allah rahmet eylesin. Meslekleri yoktu canım arkadaşlarımın artistliğinden başka. Çok sıkıntılı bir dönemdi o yıllar. Devlet bir kısmını emekli etti. Bu arkadaşlar zar zor geçinmeye çalıştı.

Emekçi arkadaşlarımızın çoğu kahrından öldü

Bu dönemlerde Türker İnanoğlu, Müjdat Gezen sinema okulları açtı. Sinema dışındaki insanlara ücret karşılığı sinema dersleri verdiler. Bu kursiyerlere bir de iş gerekiyordu, özel televizyonlar açıldı, diziler çekilmeye başlandı. Kursiyerler buralarda iş imkanı buldu. Gençlik sinemaya hevesliydi. Babasının parasıyla okuyan yeni sinemacı kardeşlerimiz varken bizim işi bilen emektar arkadaşlarımıza da televizyon döneminde de iş çıkmadı.

Sinemanın bittiği yetmiyormuş gibi, televizyon dizilerinde de iş imkanı bulamayan çoğu arkadaşımız ümitsizce iş beklerken, unutulmuşluğun, yalnızlığın getirdiği acıyla yavaş yavaş, içten içe tükenerek kahrından öldü. İsterdik ki... Yeni sinemacı kardeşlerimiz bizleri de içlerine alsınlar."Bunlar bizim ağabeylerimiz, ablalarımız. Onların engin tecrübesiyle birlikte daha güzel iş yapalım" desinler isterdik, olmadı.

Yakup Sancı: Yeşilçam yapımcıları sinemadan kazandığı parayı başka sektörlere yatırırken siz bunun tam tersini yapıyorsunuz. Çeşitli şehirlerde Kafeterya, kahvehane gibi dükkanlarınız var. Buralardan kazandığınız parayı sinemaya yatırıyorsunuz. Çok da film çektiniz, ama bu filmleri ne televizyon ne de sinemada izleme olanağımız olmadı. Bu filmleri ne yapıyorsunuz?

Sönmez Yıkılmaz: 1994 yılında İzmir de bir film çektim. Tüm paramı o zamanlar çektiğim bu filme yatırdım. Başka bir filmde dönemin Kültür Bakanının eşi oynuyordu, desteği bu film aldı. Benim film de parasızlıktan yarım kaldı. Haksızlığa uğradım, bakanı mahkemeye verdim. Daha sonra takipsizlik nedeniyle dava kapandı. Bütün param, emeğim böylelikle gitti, sıfıra indim.

İstanbul'a geldim, bir yazıhane kiraladım. Sokağa dört masa attım. Sabahları saat 5 de kalkar sokağı siler süpürürdüm. Sokakta serseriler, tinerciler, berduşlar vardı. İnsanlar bu sokaktan rahatlıkla geçemezdi. Sokağın sakinleri bu çocuklar da beni sevdiler, saydılar, yavaş yavaş terk ettiler. Sokağı güzel bir hale getirdim. Sonra ekmek yemeye başladım.

Onlar, yüzler olamadık. Yeşilçam küllerinden doğamadı

Bu dönemler "Yeşilçam Küllerinden Doğuyor" diye bir de film çektim. Bir Sönmez Yıkılmaz'ın varlığıyla Yeşilçam küllerinden doğamadı. Onlar, yüzler olamadık. Kendi imkanlarımla bazı filmler çektim, çekmeye de devam ediyorum.

Film çekiyorum çekmesine de alan yok. En son "Cennet Vaadimin Sessiz Çığlığı" isminde bir film çektim. Bu filme bakanlık 60 bin lira destek verdi. Maliyeti ise 860 bin lira. Tabi jeneriğine Kültür Bakanlığının teşvikiyle yazdım. Sanırım güzel bir film oldu. Yakında vizyona girer.

Yakup Sancı: Yeşilçam sokağına hemen hemen her dönem sinemanın önemli bazı isimleri ağabeylik yapmış, sinemanın düşkün insanlarına, sokak çocuklarına, tinerci çocuklara sahip çıkmıştır. Son yıllarda bunu sizde görüyorum. Yeşilçam sokağının yeni ağabeyi siz misiniz?

Sönmez Yıkılmaz: Senden de bir şey kaçmıyor. Bu konu hakkında konuşmayı sevmiyorum biliyorsun.  Soruyu sorduğuna göre yazmayı da kafana koymuşsun anlaşılan. Şu kadarını söyleyebilirim. Fakirin, fukaranın, emekçinin hakkını yemek değil, paylaşmak benim felsefem. Paylaşmak çok güzel...

Bazı ağabeylerimiz, ablalarımız iftar yemeği veriyor, bütün basın orada. Bunu sevmiyorum. Biliyorsun Ramazan aylarında 30 gün iftar yemeği veriyorum, bir tane basın göremezsin, kimse de bilmez. Bilmesini de istemiyorum. Bir arkadaşım, "Tinercileri niye alıyorsun? Bunlar kokuyor alma bu çocukları" dedi. Rahatsız oluyorsan sen gelme, senin paran var çık lokanta da ye dedim. "Ama bunlar oruç tutmuyor?" dedi. Tutsun tutmasın, beni orası ilgilendirmiyor, ben yemeği oruç tutanlara değil aç insanlara veriyorum dedim.

Sinemadan para kazanan ağabeylerimiz sinemanın garibanlarına sahip çıksaydı mutluluk tablosu daha büyük olurdu.

Bu çocuklara baba olarak, anne olarak, toplum olarak sahip çıkamadık. Bu bizim ayıbımız. Bu çocukları biz tinerci yaptık. Elimden geldiğince sahip çıkmaya çalışıyorum. Sıcak bir çorbayla, cebine konulan küçük cep harçlığıyla mutlu oluyorlar. Sönmez Ağabeylerine teşekkür edip mutlu mutlu gidiyorlar.

Ben sokaklarda çok aç kaldım, çok gece parklarda yatarak sabahladım. Parasızlığın, bir sıcak çorbanın, bir dal sigara keyfinin ne olduğunu biliyorum. Onun için geldiğim yeri unutmadım, unutmayacağım da. Varsa paylaşacağız. Sinemadan para kazanan ağabeylerimiz sinemanın garibanlarına sahip çıksaydı mutluluk tablosu daha büyük olurdu. Zamanında Yılmaz Güney ağabey de sokağa ağabeylik yaptı. O da bu konuda çok duyarlıydı.

Yakup Sancı: Yüzlerce filmde ondan bundan dayak yiyen "Öyle bir adam işte" dediğimiz biriydi. Bu filmde kavgacı yüzünü değil, yüreğine tuttuğumuz aynaya yansıyanları gördük. Görünüş insanı aldatabilir. Aldanmak istemiyorsak insanın yüreğine bakalım. Tekrar buluşmak dileğiyle...

Sönmez Yıkılmaz'a Teşekkürler.

Her hakkı saklıdır. Yazarının ve www.sinematürk.com'un izni olmaksızın alıntı yapılamaz, kullanılamaz.
 
Yakup Sancı İletişim: [email protected]


 

Kaynak
Yakup Sancı
 YORUMLAR  ({{commentsCount}})
{{countDown || 2000}} karakter kaldı
{{comment.username}}
{{moment(comment.date).fromNow()}}
Uyarı:  Yorumunuz, yönetici tarafından onaylandıktan sonra tüm ziyaretçilerimiz tarafından görüntülenebilecektir. (Bu mesajı sadece siz görüyorsunuz)
{{reply.username}}
{{moment(reply.date).fromNow()}}
Uyarı:  Yorumunuz, yönetici tarafından onaylandıktan sonra tüm ziyaretçilerimiz tarafından görüntülenebilecektir. (Bu mesajı sadece siz görüyorsunuz)