Bu haftaki konuğumuz, 1960'lardan bu yana 200'e yakın filmde rol almış, bir dönemin avantür filmlerinin de aranan ismi, değerli oyuncu Süleyman Turan. Yakup Sancı, hem oyunculuğu hem özel yaşamıyla gönüllere taht kuran Süleyman Turan'la geçmişten bugüne uzanan bir söyleşi gerçekleştirdi...
31 Temmuz 2012

Yakup Sancı: 1936 yılında İstanbul Kadıköy'de doğdu. Bir çocuk olarak oldukça meraklıydı. Evlerinin duvarlarına resim çizmeyi çok seviyordu. Annesi, evlerinin duvarlarına resim çizmemesi konusunda ne kadar uyarsa da, Küçük Süleyman duvarları kirletmek değil, sadece resim çizmek istiyordu. Resim, onun çocuk dünyasında duvara çizilirdi! Duvara resim çizmesi yasaklanınca kağıdı keşfetti! Bu keşif onu çok sevindirdi. Artık içindeki dünyayı beyaz kağıda çiziyor, ağacı, kuşu gönlünce resmedebiliyordu. Üstelik kimse de, "Resim çiziyorsun" diye de kızmıyordu.

Ortaokulu Kadıköy'de okudu. Haydarpaşa Lisesi'nden mezun oldu. Tercüman Teğmen olarak Kore'ye gönüllü subay olarak gitti. Döndüğünde, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'ni okudu.

Bir dergisinin açmış olduğu yarışmaya, kafasında koca bir "acaba" ile katılarak "acaba"sını gerçekleştirdi. Yüzlerce filmde "Esas Oğlan"ın sadık dostu, "İkinci Adam" olarak rol aldı. Bir başka deyişle, hani derler ya "adam gibi adam" işte öyle adamları oynuyordu genellikle. "Halk kahramanı, iyi adam" rollerini jönler de oynuyordu ama sevenleri kadar olmasa da, sevmeyenleri de az denilemeyecek kadar çok iken, nasıl oluyor da "Esas Oğlan"ın sadık dostu daha çok seviliyordu?

Bu kadar sevilmenin nedeni, sadece oynadığı, "İyi Adam" rolleri miydi? Yoksa kişiliğinin de bir etkisi var mıydı? Sinemaya başlarken adeta "and" içer gibi bir söz veriyordu ve sözünü tutarak, sinemaseverlerin gönlünde her aktöre nasip olmayacak bir sevgi kazanıyordu.

Göbek adı Recep, soyadı Başturan olan, Süleyman Turan'ın kalbini aralamak üzeresiniz...

Süleyman Turan: Resim konusunda, nereye, hangi yöne kanalize edeceğimi bilmediğim bir potansiyel vardı içimde. Cemal Dündar son derece yetenekli bir ressamdı. Bir de Remzi Töremen vardı. Sinema afişlerini bunlar yapardı. Ben afiş yapabilir miyim? dedim. "Elbette yapabilirsin" dediler. Peki ne kadar sürede öğrenebilirim deyince... "Beş sene" dediler. Koca beş sene. Bana çok uzun bir zaman geldi. Gece gündüz, sabah, akşam inanılmaz bir çalışma içine girdim. Sürekli bir şeyler çiziyordum, sürekli kendimi zorluyordum. Bu beş sene çok canımı sıkmıştı. Ciddi bir çalışma temposuyla beş seneyi iyice sıkıştırdım, 2-3 ay sonra sinema afişi gibi bir afiş yaptım. Yanıma alıp bu ressamların çalıştığı yere gittim, bir kenara koydum afişi. İlk Remzi Töremen geldi. Benim çizdiğim afişe baktı sonra "Ovv, Cemal ne zaman cizdi bunu?" dedi. Ben çizdim deyince inanamadı. Sonra iyi bir afiş ressamı oldum sanırım.

Yakup Sancı: Sizin sinema öncesi, tiyatro çalışmalarınız var. Tiyatro hayatınız nasıl başladı?

Süleyman Turan: Devlet Tiyatrolarının çok önemli bir sanatçısı vardı. Saim Alpago. Devlet Tiyatrolarından ayrılıp, kendine özel bir tiyatro gurubu kurmuştu. Kadrosunda önemli oyuncular vardı. Benim de oyun oynadıkları salonda Gürdal Onur diye çok sevdiğim bir arkadaşım vardı. Gidip oyun izliyordum. "Aceleci Kalp" diye bir oyun oynuyorlardı. Rahmetli Selim Naşit de bu oyunun kadrosundaydı. Bir gün Selim Ağabey oyuna gelmedi, ya da gelemedi. Bu gibi durumlarda kurtarıcı aranır. Biri çıkar ortaya bakar etrafındaki insanlara, sonra parmağını uzatır ve gösterir "Sen" der. Rahmetli Saim Bey de bana "Sen" dedi apar topar kulise götürdüler. Bir de makyaj yaptılar. Oyunu çok izlediğim için herkesin rolünü biliyordum. İşin en kötü yanı, perde Selim Naşit'in sahnesiyle açılıyordu, yani benim oynayacağım sahneydi bu.

Hiç bu kadar heyecanlandığımı hatırlamam. Sanki karşımdaki insanlar ben sahneye çıkınca beni döveceklermiş gibi, tüm izleyiciler benim düşmanımmış ve benim sahneye çıkmamı bekliyorlarmuş gibi hissediyordum. Sahneye çıktım. Bir perde var onu açmam gerekiyordu ama heyecandan açamıyordum bir türlü. Ben katlıyordum perdeyi perde tekrar düşüyordu. Bu defalarca tekrarlandı. Seyirci gülüyordu bana. Bu oyunun bir parçası değildi. Ben perdeyi açamıyordum  ve bunun üzüntüsünü yaşıyordum ama izleyici bunu oyunun bir parçası sanıp benim hareketlerime gülüyordu. Sahneye ilk olarak bu oyunla ve bu stresle çıkmıştım. Sonraki oyunlarda benim perde açma olayım oyunun bir parçası oldu.

Yakup Sancı: Yarışmaya katılmanız nasıl oldu?

Süleyman Turan: Sezgin Burak ile iyi arkadaştık. Sezgin'le bir gün konuşuyoruz hiç aklımda yokken "Şu yarışmaya sen de katılsana. Senden çok iyi kötü adam olur" dedi. "Kötü adam olur" deyince canım sıkıldı. Ama ısrar da ediyor bir taraftan, form doldurduk. Eğer bir gün öyle bir şans yakalarsam Selim, buraya çiziyorum, asla kötü adam oynamayacağım dedim. Gerçekten de kötü adamı birkaç film dışında oynamadım. Çok fazla katılım vardı. Onca insan içinde bir erkek bir bayan seçecekler. Çok uzak bir ihtimal geliyordu benim seçilmem. Bunun için form doldururken oraya bir not düşmüş, "Teferruatın arasında olmak istiyorum" diye yazmıştım. Rahmetli Osman Seden beni aldı. "Sayın Bayan" diye bir filmde oynattı.

Yakup Sancı: "Sayın Bayan" filminin afişinde soyadınız Başturan yazıyor?

Süleyman Turan: İlk filmimdi. Benim de gerçek soyadımdı. Sonraki işlerde, Osman Seden ile Turan Seyfioğlu soyadımı biraz uzun bulup Turan olarak kısalttılar.
 
Yakup Sancı: Sinemaya ilk girdiğinizde, dönemin yıldızlarıyla çalıştınız. Neler hissettiniz?

Süleyman Turan: Ayhan Işık o zaman tam bir Fenomen. Ayhan Işık'la beraber bir filmde oynadığıma inanamıyordum. Karşımızda bir kamera var. Ne yapmam gerektiği söyleniyor, onları yapıyordum. Çalışırken, çok defa acaba gerçek mi? dediğim olmuştur. Birdenbire dev bir isimle aynı filmde oynuyordum. Şaşkınlık, hayranlık, korku iç içeydi. Karmakarışık duygular yaşamıştım.

Yakup Sancı: Süleyman Turan'ı sevmeyen sinema izleyicisi yok denecek kadar azdır sanırım. Bu kadar çok sevilmeyi neye bağlıyorsunuz?

Süleyman Turan: Filmlerde oynadığım sadece iyi adam karakterleriyle seviliyor olmak benim pek hoşuma gitmez. Sanırım oyunculuğun dışında bir sevgi var. Bunu görebiliyorum. Aktör vardır. Aktörlüğün tüm gereklerini yerine getirir. Oynadığı iyi duyguları da izleyiciye geçirir. Özel yaşamında da çok dikkatlidir. Bir de kamera karşısında rol yapan, işini yapan aktör vardır. Özel hayatına pek dikkat etmez. İzleyicinin gözünden kaçmıyor bunlar. Hayatım boyunca teşhirci olmadım. Bu sevilme nedeni sanırım.

Sinemaya girdiğimde eşimle tanıştık, birbirimizi sevdik, severek evlendik. Bunca yıldır da mutlu bir evliliğimiz var. Magazinsel işlerin içinde olmaktan sakındım. İyi ki de öyle yaptım.

Yakup Sancı: Jön oynayan oyuncularımız kolay kolay karakter oynamazken sizi, son yıllarda çekilen "Kabadayı - Sonsuz - Yahşi Batı" gibi filmlerde küçük rollerde izledik. Jön ise jön olarak kalmak mı? Yoksa karakter de oynayabilmek mi? Size göre doğru olan hangisi?

Süleyman Turan: Bana da başrol için vaktinde çok ısrar edildi. Başrolü paylaştım ama hiçbir zaman jön oynamadım. Filmin lokomotifi olmadım. Kalıcı olmak adına öne çıkmak istemedim.

Dustin Hoffman bir televizyon programında şöyle diyordu; "Biz yaşlandıkça başrolü zaten vermezler. Bunun yanında kocaman bir isminiz var, bundan da faydalanmak isterler. Bir yaştan sonra rol küçük de olsa kabul etmek gerekir". Dustin Hoffman bile başrolden ümidini kesmiş, bunu açık açık söylüyor. Batı sinemasına baktığımız zaman Dustin Hoffman, Al Pacino gibi isimler vaktinde jön iken, son işlerine isimleri dördüncü, beşinci sırada yazılıyor. Jön hayatı boyunca jön oynayamaz. Böyle saplantı içinde olan arkadaşlarımızın kendi seçimleridir, saygı duymak gerek ama küçük rollerde de oynamalı. Marlon Brando da son yıllarında küçük roller oynadı. O da koca bir isimdi. Oynamak gerekir. Keşke bizim koca isimlerimizde çeşitli yapımlarda küçük de olsa rol alsalar. Tabii insan ilişkileri de çok deforme olmuş durumda, onları da anlamak gerek.

Yakup Sancı: Sinema insanları tarafından, sizin sinemada yeterince değerlendirilemediğiniz, yeterince istifade edilemediğiniz söylenir. "Aslında çok daha güzel işler yapabilirdi. Bu güç Süleyman Turan'da vardı" denilir. Sizi mutlu etmeye yetti mi sinemada yaptığınız çalışmalar?

Süleyman Turan: Buna benzer söylemler zaman zaman gündeme geldi. "Filmlerde niye başrol oynamadı? Filmi alıp götüren adam olmadı?" gibi söylemler oldu. Benim de bu konuda bazı şikayetlerim olmuştur ama sonuçta, yaptığım işin formatından, koştuğum kulvardan memnunum. Karakter olarak kalmam, sanki biraz daha bir aktörlük yapma şansı sağladı gibi geliyor.

Biraz daha iyi olabilirdi. Bu işin bir de ekonomik tarafı var. Ne kadar idealistim, ne kadar istediğim şeyi yapıyorum dersen, o biraz Donkişot vari bir şey oluyor. Yel değirmeni kabul edeceğimiz o dönemin yapımcılarına karşı savaş veriyorsunuz. Çünkü ekonomik yönden jön ile karakter oyuncu arasında inanılmaz bir uçurum vardı. Biz karakter olarak ortalarda bir yerdeydik. Bizim de altımızda çok fazla arkadaşımız vardı. En büyük uçurum da doğal olarak taban ile tavan arasındaydı. Ekonomik anlamda ben ve benim gibi statüde olan arkadaşlarımız zarara uğramıştır. İşin ekonomik boyutu biraz tatmin edici olsaydı bugün göğsümü gere gere sinemadan kazandığım para ile şunu bunu aldım, maddi olarak, iyi bir hayat, yaşadım, yaşıyorum diyebilirim.

Benim dışımda ekonomik güçlük çeken o dönemin yıldızları da vardı. Ayhan Işık sahneye çıkıp şarkı söyledi. Kartal Tibet'in önüne bir çuval para konuldu. Sabaha kadar parayı karşısına alıp düşündü ama sabah olduğunda teklifi reddetti. Sahneye çıkmak için ikna edilemedi. Hanım sanatçı arkadaşlarımız da o günlerin zor koşullarına dayanamayıp sahne aldılar. Bu, seslerinin çok güzel olduğundan değildi. Koca isimleri vardı, gazinocuların iştahını kabartıyordu bu koca isimler. Onlar ise para kazanmak zorundaydı.

Kol kırılır yen içinde kalır

Ben de bu dönemlerde zorluklar yaşadım ama benim başka bir işim daha vardı. Çocukça başlayan resim çizme tutkusu, gün gelecek benim yaşamımı idame ettirebileceğim kadar kazanmama yetecekti. Koluma altın bilezik oldu, bana can simidi oldu. Bu sıkıntılar o dönemler pek afişe edilmezdi.  İnsanlar zorluklar içinde yaşardı ama bunu sadece yakın dostları, sinema insanları bilirdi. "Kol kırılır yen içinde kalır"dı.

Son yıllarda sinema insanlarının kamera karşısına çıkıp "şöyle zor koşullarda yaşıyorum. Böyle zor koşullarda yaşıyorum, bana yardım edin" dediklerini görüyoruz. Sinema insanlarının dışında başka bir mesleği yapan, avukat, hakim, doktor, amele, çöpçü bunu yapmazken. Sinemanın insanları bir dilenme durumunda. Sanatçı, ekonomik güçlük çekmemeli ama televizyonlara çıkıp da çektiği sıkıntıyı anlatması bir o kadar yanlış.

Yakup Sancı: Siz, çeşitli sporlarla da ilgilendiniz. Bunun yanında avantür filmlerde de çok çalıştınız. Yaptığınız sporların size bu filmlerde çalışırken faydası oldu mu?

Süleyman Turan: Tüm sporlarla ilgilendim. Yer jimnastiğinden basketbola, keşke yapmasaydım dediğim boksa kadar. Amatör küme takımlarında kalecilik yaptım. En son da aikido yaptım.  Bir tek kayak yapmadım. Bir defa denedim kafamı çarpınca korktum bir daha da denemedim. Kolayını buldum. Çocukların oturduğu kayaklar var, onlara oturup öyle kayıyorum. Üstelik kafam da kırılmıyor.

Yaptığım sporların faydasını çok yaşadım. Hareket eden arabaya bindim - indim. Yükseklerden atladım, parande attım, salto attım. Akrobasi adına çok hareketli roller oynadım. Bu hareketleri spor yapmayan birisi kolay kolay yapamaz.

Yakup Sancı: Bu sahneleri çekerken iş kazası yaşadınız mı?

Süleyman Turan: Kavgaların bir koreografisi vardır. Bu hesaptan uzaklaştığın zaman kaza kaçınılmaz olur. Prova yaptık her şey iyi güzel, sahne çekilirken Cüneyt Arkın'dan iyi bir yumruk yedim burnuma. Ama hata bendeydi. Burnuma tampon yapıldı. Kanamayı zor durdurabildik.

Yakup Sancı: Siz de kazara bir oyuncuyu yumrukladınız mı?

Süleyman Turan: Kazara yumruk atamadım ama başka zaman, başka yerlerde çok yumruk attım.

Yakup Sancı: Yeşilçam filmlerinin pek çoğu için "sinemaya ihanet filmleri" denilir. Yeşilçam'ın "sinemaya ihanet" filmleri var mı? Bu konuda neler söylemek istersiniz?

Süleyman Turan: Sinemada bunca yıl film çekmişsem ve Yeşilçam'ın iyi 50-100 filmi varsa, bu iyi filmlerin hatırına çalışmışımdır. Çekilen her film mükemmel olacak diye de bir şey yok. Yola mükemmel olsun diye çıkarsın ama izleyici beğenmez. "Nasıl olsa yerler, nasıl olsa yutarlar" mantığıyla çekilen filmler için "ihanet" filmleri diyebiliriz. Bu film yapmak değil.

Çok film çekilen o dönemlerde, jönler olsun, karakter oynayan arkadaşlar olsun, aynı gün içinde bir filmden diğerine giderdi. Jön oynayan arkadaşlarda kendi istekleri dışında; Ama çark öyle dönüyordu. Bir filmden diğerine koşturmak durumunda kalıyordu. Senaryolar da keza birbirine benzer senaryoydu. Ya mekan değişir, ya da aynı mekanda başka bir film çekilir. Tek fark laflar biraz değişmiş olurdu.

Roger Corman Amerika da "B"sınıfı filmlerin yapımcısı ve yönetmeni. Ama yaptığı filmler ses getiriyor, koca isimleri lanse ediyor. Bunlardan bir tanesi Jack Nicholson. "Küçük Korku Dükkanı" diye bir film çekmiş, Jack Nicholson' bu filmle parlamış. Bu filmi iki günde çekmiş. Konu ise ele avuca gelir bir konu değil. Ama film literatüre girmiş bir film. Yeşilçam'ın bazı yönetmenleri var. Bu insanlar günümüzün teknolojisiyle film çekseler bugün Stephen Spielberg gibi bir isim olurlardı.

Hollywood sinemasının da çok abartılı filmleri var. İnsanlar bunları gerçek olmadığını bilebile seyrediyor. Abartılı filmleri Yeşilçam da çekti, bunları da seyirci sevdi izledi. Abartı film"İhanet" film değildir. Öyleyse o zaman Hollywood sinemasının çektiği, ayağı yere basmayan hikaye ile çekilen Matrix gibi fantastik filmlere, bilim kurgu filmlere de "Amerikan sinemasına İhanet filmi" demeliyiz. İzleyicinin abartıya ihtiyacı var demek ki.

Yakup Sancı: Sinemada pişmanlığınız var mı?

Süleyman Turan: Pişmanlığım yok ama insanın içinde bir şeyler çapak olarak da olsa kalıyor. Kartal Tibet ile bir filmde cinli rolü oynuyorum. Çinli makyajım yapıldı. Gözlerim iyice çekildi. Filmi izlemeye anacığım da gitmiş, filmi izlemiş. "Oğlum hani filmde oynuyordun? Filmi izledim seni göremedim" dedi. Annemin o kostümle, o makyajla beni tanıması mümkün değil. Rahmetli ablam da bazı filmlerde öldüğüm zaman üzülürdü. Filmi izledikten sonra bana öyle bir sarılırdı...

Yakup Sancı: Son yıllarda çekilen filmlerde, oyuncu olarak başarılı bulduğunuz isimler var mı?

Süleyman Turan: Kendime göre büyük yetenekler görüyorum. Tabi bu görece bir kavramdır. Bir başkası için de büyük yetenek olmayabilir. Şunu da düşünmeden edemiyorum. Farklı bir tiplemeye girseler acaba nasıl bir oyun çıkartırlar? Örneğin Haluk Bilginer'in yaptığı oyunculuğu acaba yapabilirler mi?

Yakup Sancı: Sağlığınız nasıl?

Süleyman Turan: Sağlık durumum iyi, Allaha şükür ama dizimden bir sakatlık yaşadım. Menüsküs var. Ameliyat olacağım. Üç tane doktorla konuştum, üçü de ameliyat olmam gerektiğini söyledi. "Ameliyat olmana gerek yok" diyecek doktoru bulana kadar doktor araştırmalarıma devam ediyorum. Ya da tam olarak bunu demese de ima etse ben ardını getireceğim. Ov tamam benim ameliyat olmama gerek yokmuş. Koca doktor yalan söyleyecek değil ya deyip, kendimi de bu yalana inandıracağım.

Yakup Sancı: Süleyman Turan'a acil şifalar diliyor, sinemamızın değerleri ile geçmişten geleceğe uzanan köprüde buluşarak, söyleşilerimize devam ediyoruz...
Süleyman Turan'a Teşekkürler.

Her hakkı saklıdır. Yazarının ve Sinematürk.com'un izni olmaksızın alıntı yapılamaz, kullanılamaz.
 
Yakup Sancı İletişim:
[email protected]

Kaynak
Yakup Sancı
 YORUMLAR  ({{commentsCount}})
{{countDown || 2000}} karakter kaldı
{{comment.username}}
{{moment(comment.date).fromNow()}}
Uyarı:  Yorumunuz, yönetici tarafından onaylandıktan sonra tüm ziyaretçilerimiz tarafından görüntülenebilecektir. (Bu mesajı sadece siz görüyorsunuz)
{{reply.username}}
{{moment(reply.date).fromNow()}}
Uyarı:  Yorumunuz, yönetici tarafından onaylandıktan sonra tüm ziyaretçilerimiz tarafından görüntülenebilecektir. (Bu mesajı sadece siz görüyorsunuz)