Ali Avaz, bir dönemin fenomen ismi bu hafta önemli açıklamarıyla sayfalarımzda yer alıyor. Müzikten, sinemaya, tiyatrodan yapımcılığa kadar bir çok alanda eserler vermiş, bir çok sanatçı yetiştirmiş, yoksul halkın sesi, siyasilerin püsküllü belası olmuş, değerli sanatçı Ali Avaz'la Yakup Sancı kapsamlı bir söyleşi gerçekleştirdi...
31 Temmuz 2012

Yakup Sancı: Sizi tanıyabilir miyiz?

Ali Avaz: 2 Mart 1936 tarihinde tarihi Harput şehrinde doğdum. Harput'un tarihi 5.000 yıl ötelere kadar gider. O zamanlar bugün bağlı olduğu Elazığ mezra olarak geçerdi. Vaktiyle, Harput Beylerbeyliği yapmış ve bütün civar şehirler Harput'tan yönetilmiş o dönemlerde. Ben 3 yaşındayken Cumhuriyet döneminde, şehir yavaş yavaş Elazığ'a taşınmaya başlamış. Bizim aile de Harput'u bırakarak Elazığ'a gelmiş. Elazığ da bir evimiz vardı. İnsanlar bir yer tarif ettiği zaman "Çatılı evin yanında, ötesinde berisinde" derdi. Evimiz 3 katlı ve çatılıydı. O zamanlar çatılı ev yoktu, tekti bizim ev.

İkinci dünya savaşı çıktı. Ben o zamanlar 5 yaşındaydım. Babam Mersin'e göç etti. Mersin de Deniz Harp Okulu komutanının odacısı oldu. İlkokula Mersin'in Kurtuluş ilkokulunda başladım. Babamın çalıştığı Deniz Harp Okulu Heybeli Adaya taşındı. Komutan, babama Heybeli Adaya gitmesi için çok ısrar ettiyse de babam bir türlü ikna olmadı. Babam, İstanbul Heybeli adaya gelmek istemeyince tekrar Elazığ'a döndük. Eğer İstanbul'a gelmiş olsaydık tüm kardeşlerimle birlikte ben de bir denizci olabilirdim.

İkinci sınıfı Elazığ İnönü İlkokulunda okudum. Sonra baba tüm aileyi alarak İzmir'e göç etti. 3, 4 ve 5inci sınıfın yarısına kadar İzmir Asansör ilkokulunda okudum. Bu arada Ali Avaz'ın bir hastalığı vardı. Karagöz oyunları ve Cambazhanedeki orta oyunları... Karagöz perdelerinin önüne oturur, karagöz seyrederdim. Bu yüzden babamdan çok dayak yedim. Param olmazdı. Eşrefpaşa da çam ağaçları vardı, onların üstüne çıkar, yazlık sinemada film seyrederdim. Ailenin geçmişinde bile sanatçı yok, kimse ilgilenmezdi ama bende sanata karşı böyle bir tutku vardı.

Sahnenin ilk tozunu yuttuğumda yıl 1949'du

Yaramazlık yapıyorum diye babam beni, 5inci sınıfın yarısındayken Elazığ'a amcamın yanına gönderdi. Elazığ Cumhuriyet ilkokulunda 5inci sınıfı tamamladım. Tabi İzmir'den geldim Elazığ'a büyük şehir gördüm, gördüklerimi anlatıyorum sürekli. Karagöz'ü orta oyunlarını, yazlık sinemayı ballandıra ballandıra anlatıyorum. Öğretmenim dedi ki... "Okulda oynamak için bir piyes yaz, halk evlerinde yarışma olacak, diğer okullarda katılacak, orada oynarsın, yarışmaya girer senin yazdığın piyes"  dedi. "Evde ders" diye bir oyun yazdım.

Sene 1949. O zaman ki yazdığım oyunun içeriği; Tutucu bir baba, çocuğunu Cumhuriyet okullarına göndermek istemiyor. Evde hocaya ders verdirmek istiyor. Eve elinde sopası, sarıklı bir hoca geliyor. Bu hocayı evden kaçırmak için Ali binbir türlü numara çeviriyor. Hocanın minderine rapdiye koyuyor, kafasına su dökülüyor, minderin altına kedi koyuyor, hoca bu mindere oturuyor. En sonunda baba çocuğunu Cumhuriyet okullarına göndermeye mecbur oluyor. Böyle bir oyundu. Yarışmada ikinci oldu. Birinci olan okul... İstiklal savaşından bir sahneyi canlandırmıştı. Onlar birinci oldu biz okul olarak ikinci olduk. Sahnenin ilk tozunu yuttuğumda yıl 1949'du. Bu tarih benim sanat hayatımın başladığı tarihtir.

Hem öğretmen hem de modernliğe, çağdaşlığa karşı bir insan!

Sonra ortaokula başladım. Tüm derslerim 8-9 matematik 3. Matematik öğretmeni ile bir çatışmamız vardı. Yabancı dilim Fransızcaydı. Hiç unutmam o derslerde öğrendiğim kelimeleri. Matematikte de iyi olmalıydım nasıl 3 olur diyor kendi kendime kızıyordum. Öğretmen bana kızdığı için 3 vermişti. Kızgınlıkla çocuğun hakkını yemenin mantığı nedir bilemiyorum. Matematik hocasının bana kızmasının nedeni de "niye babamın dilini konuşmuyormuşum." Bana "babanın dilini konuş" diyordu.  Ben İzmir'de büyüdüğüm için, Elazığ lehçesi kullanamıyorum. Gelim, gidim, çalişim, oturim, yiyim, içim diyemiyorum. Normal konuşuyorum, geliyorum, gidiyorum, oturuyor, kalkıyorum. Hocam kitaplarda böyle yazıyor. Burada konuştuğunuz gibi bir lehçe yok ki. Ben ne okuyorsam onu konuşuyorum diyordum, anlamıyordu... "Sen babanın dilini konuş" der benimle takışırdı. Hem öğretmen hem de modernliğe, çağdaşlığa karşı bir insan!..

Öğretmenin poposuna bir şiş soktum Elazığ'dan kaçtım. Okul hayatım da son buldu bu olayla birlikte. Kendi kendimi yetiştirmek için sürekli okudum. Kimseden geri kalmamam gerekliydi, öyle yaptım. Ders kitapları aldım sürekli, onları okudum. Kendi kendimi sınav ettim. Sonra lise kitapları almaya başladım. Sürekli okudum. Depoda yüzlerce ders kitapları vardır. Evimde hiç roman kitabı yoktu. Tüm kitaplar ders kitapları ve bilimsel kitaplardı.

Bornova 57. Alay'da askerliğimi yaptım. Askerliğim de hep disiplin cezalarıyla geçti. Subay, çavuş, onbası herkesle kavgalarım oldu. Çünkü onlar yeni gelen acemi askerlere kötü davranıyor, hakaret ediyor, küfür ediyorlardı. Yapı olarak bu bana çok ters geliyordu. Haksızlığa tahammül edemiyordum ben de. Karşı çıkardım bu nedenle üste karşı gelmekle çok disiplin cezası aldım.

Yakup Sancı: Profesyonel sanat hayatınız nasıl başladı?

Ali Avaz: Jet kardeşlerde başladım. "Bal Arıları" diye Metin Ahmet ikilisi vardı. Eleştirmek, haksızlıklara karşı gelmek istiyordum ama sesimi duyuramıyordum. "Hakemin gözüne gözlük, saçına tarak... Boş ver gerisini sen bırak". O zamanlar Terkos suyunun kesilmesi çok olurdu. "Evde açtım çeşmeyi, çeşmeden balık çıktı". Bunları o yıllarda yazdım söyledim.

Yakup Sancı: Tiyatro da yaptınız bir dönem. Tiyatro hayatınızı anlatır mısınız?

Ali Avaz: Ali Harputlu Tiyatrosunu kurdum Anadolu'ya turne yaptım. Bu turneler çok uzun sürerdi.  Kadro "Bizi terhis et derdi", yazdığım "Sarı Çizmeli Mehmet Ağa" oyununu oynadım bu turnelerde. Oyunun ilginç bir özelliği vardı. Ezber bir metin oynamıyor, günlük, güncel siyasi konuları işliyorduk. Böyle bir esnekliği vardı oyunun. Bu oyun 5 sene devam etti.

1971'de halk çok ısrar etti. Rahmetli Nezihe Güler, Necip Tekçe, Baki Tamer, Güngör Küçükertuğran isminden oluşan bir kadro kurdum. Bu oyunu tekrar Anadolu'ya götürdüm. Turne 72 gün sürdü. Bu turne sonrası tiyatro hayatıma son verdim.

Yakup Sancı: Plakçılık hayatınız nasıl başladı?

Ali Avaz: 1962 senesinde Doğu Bank İş Hanı'nda Şair Söğütoğlu ile ortak olarak İstanbul Plak firmasını harekete geçirdik. İlk plağımı da bu tarihte okudum. Tiyatro yaptığım yıllarda Anadolu halkının neye güldüğünü görmüştüm. "Ali Evleniyor" isimli bir parodi yazdım. Bu parodiyi plağa okudum. Plak müthiş bir patlama yaptı. Belki plakçılık tarihinde böyle bir plak satışı olmadı, bundan sonra da olmaz. Nereye gidersem gideyim, her yerde bu plak çalıyordu. Sonra her iki üç ayda bir yeni plak yaptım. Bu plakların bir tarafı "Gırgır" bir tarafı, siyasi taşlamalardı.

Yakup Sancı: Sinemaya nasıl başladınız?

Ali Avaz: Sinemaya, müzik hayatımın en yoğun dönemlerinde başladım. Sabah 9:00 da evden çıktım kapının önünde bir adam bekliyor. "Ben Erkan Abacı. Sizin hemşerinizim. Film yapımcısıyım, sizinle film yapmak istiyorum" dedi. Erkan Bey benim sinemaya ayıracak vaktim yok, çok yoğunum dedim. Erkan Bey peşimi bırakmadı ısrarla sabah, akşam geliyor. Arkadaşım benim zamanım yok diyorum ama... "Allah aşkına, hemşerilik adına bana biraz zaman ayır. Bu kadar ismi olan birisin, bu kadar çok plakların satılıyor neden sinemada yoksun?" dedi. 1972 de Nişan Hançer'in yönettiği "Sarı Öküz Parası" diye bir filmle başladım.

İkinci filmim "Hacı Ağalar Kralı" oldu. Bu filmi "Yedi Bela Hüsnü" olarak Kemal Sunal'a çektiler. Benim filmlerimi çoğunda küçük değişiklikler yaparak Kemal Sunal ile çektiler. Bir gün Kemal ile Mercedes servisinde karşılaştık. Bütün filmlerimi değiştirip seninle çektiler biliyor musun? Dedim. "Hangileri" dedi. İsimlerini saydım. "Bilmiyordum" dedi.

Yakup Sancı: Tanınmış pek çok ses sanatçısının plakları sizin firmanızdan çıkıyordu. Bu isimleri siz mi keşfettiniz?

Ali Avaz: 1962'de müzik yapımcılığı yapmaya başladım. O yıllarda müzik yapımcılığı yoktu. Sirkeci'deki doğu iş hanı'nda bir firma kurdum. Erkin Koray, Mine Koşan, Arif Sağ, Çetin Alp bunların ilk 45'liğini ben yaptım. Zeki Müren, Gönül Akkor, Yıldıray Çınar, Cem Karaca, Güneri Tecer, Mustafa Yolaçan gibi 40'a yakın sanatçıyla çalıştım.

Kimsenin bende hakkı yoktur. Bunca yıl geçmiş aradan hiçbir sanatçı arkadaşım, hiçbir besteci arkadaşım, hiçbir söz yazarım "Ali Avaz da benim alacağım kaldı" diyemez. Çok sanatçıyla çalıştım, hep fazlasını vermişimdir.

Yakup Sancı: Müzik yapımcılığını neden bıraktınız?

Ali Avaz: 1979'un sonunda korsan kasetler yapılmaya başlayınca müzik yapımcılığını bıraktım. O günün iktidarlar da korsanın peşine düşmediler. O günlere kadar Türkiye'nin en etkin müzik yapımcısıydım.

Stereo teşkilatını ilk getiren benim. Stereo olarak Türkiye de çıkan ilk 45'lik Gönül Akkor'a yapılan, "Bana Neler Vaat Ettin" isimli plak olmuştur. Yine ilk senfoni orkestra olarak rahmetli Esin Engin'in orkestrasını kullanarak, Gönül Akkor'a bir uzunçalar yaptım. Daha sonra Yıldıray Çınar'a yaptım. Herkes bu sefer orkestra kullanmaya başladı.

1972'de Mustafa Özkent orkestrası ile yaptığım bir yapım var. Bunu yıllar sonra İngiltere'den bir firma geldi, bu yapım size aitmiş, bu yapımın tüm dünyada yayın haklarını bize verir misiniz? Dedi. Verdim. İngiltere'nin en önemli müzik eleştirmeni Walter Brossi İngiliz gazetelerine söyle yazmış "Gençlikle el ele Türk Yapımı. Bu yapımı yapan zaman makinesine binmiş, günümüze gelmiş. Günümüzün müziğini incelemiş, geri dönmüş, bu yapımı yapmış." Tüm dünya radyolarında yayınlandı bu müzik.

Yakup Sancı: Siyasilerle alıp veremediğiniz neydi? Siyasilerle neden bu kadar çok uğraştınız?

Taşlama...

Gözü doymaz biriydi, hırsızlığın piriydi, ona yakın olana, çalma dersi verirdi... Ailece üşüşürdü, pastayı bölüşürdü, zırnık koymaz kimseye, ne varsa götürürdü... Bir gün sonları geldi, bunlar zavallı dendi, kul söylerse ne çıkar, Allah cezayı verdi... Bilin bakim bu kimdir, bilirsen bana bildir, böyle yüzlercesi var, her biri hain cindir.

Ali Avaz: Büyük servetim olduğu halde ben iktidarlara veryansın ediyordum. İktidarlarla sürekli uğraşıyordum. Halka yapılan haksızlıklara karşı çıkıyor, her şeye muhalefet oluyordum. Bilhassa Özal döneminde Özal ve Erbakan ile çok kapıştım.

Irkı, inancı ne olursa olsun ben bu topraklarda yaşayan insanları seviyorum. İnsanlarımın sorunlarını konuşmaktan, dertlerini dile getirmekten, haklarını aramaktan da hiç vazgeçmedim. Çok dava açıldı. 36 yıl ile yargılandım. Suç unsuru 141-142. Savcıya dedim ki... Benim gençliğe bar bar bağırdığım, Atatürk ilkelerinden başka çıkışımız yoktur dediğim parçalarımı niye dinlemediniz? Sanatçım Cem Karaca için yaptığım 1 Mayıs parçası nedeniyle beni 141-142 ile yargılıyorsunuz? Ben şucu bucu değilim sosyalistimm. Ben bu toprakların insanları için varım. Sizler ve zengin takımı insanları, 12'nci basamakta yaşayın. Hiç gözümüz yok. Ama ben vatandaşımı ikinci basamağa çıkarma gayreti içindeyim. Bunun zemininin hazırlanması lazım yöneticiler tarafından. Vatandaşım hep eşikte, çamurda. Onlar için çok şey istemiyorum siz 12 onlar 2'nci basamak. Biz 2'inci basamaga kabulüz. İşte benim sosyalistliğim budur dedim. Dünyayı dolaşıyor insanların yaşam standartlarını görüyorum. Benim insanım da böyle yaşasın istiyorum.

Kaset çıktı. Toplatıldı tabi. Mahkemeye gittik. Mahkemelere gide gele Hakimle akraba oldum zaten. Alışığım o salonda ifade vermeye. Bu Erbakan olduğu için daha bir önemli benim için. Mübaşir bağırıyor salonda "Necmettin Erbakan, Ali Avaz" diye. İki avukatı girdi mahkemeye. Hakim beni gördü, tebessüm etti. "İddianameyi okudun mu?" dedi. "Okudum Hakim Bey" dedim. Hakaret denilen kelimeyi kabul etmiyorum cünkü "Hınzır" hakaret değildir. Sayın savcı bu iddia nağmeyi hazırlamış ama lütfen lügat'a baksın. Hınzır'ın karşılığı nedir? Esasında Erbakan'ın bana teşekkür mektubu göndermesi lazım. Çünkü lügatta hınzırın karşılığı, Cin, külyutmaz, zeki, beyninde kırk tilki dolanıp, kuyrukları birbirine değmez. Hınzır'ın karşılığı bu... Bu hakaret değildir, iddia nağmeyi kabul etmiyorum dedim.

Yakup Sancı: Tansu Çiller için ne dediniz?

Ali Avaz: Tansu Hanım'a kasetimin birinde övgü dolu bir parça koydum. Bir bayanın çağdaşlık ve demokrasi adına Başbakan olmasını anlattım. Baktım ki Tansu Hanım ekonomik krizler yapıyor, kriz üstüne kriz yaratıyordu. Hele, bir de Erbakan'ı Başbakan yapınca...

Taşlama...

Bacı, bacı, bacı... Hacıya giydirdin tacı... Güvenilmez sana bacı... Çağdaşlık örneğiydin... Çarşafa mı dolandın bacı? Diye devam eden bir taşlama söylemiştim.

Yakup Sancı: Diğer siyasilere de söylediniz mi bir şeyler?

Ali Avaz: Herkes nasibini aldı.

Yakup Sancı: Sanırım en çok da Turgut Özal ile uğraştınız?

Ali Avaz: Turgut Özal'a "Özal Kurşunu" diye o günkü durumu eleştiren bir kaset yaptım. Mahkemelik oldum, kaset toplattırıldı. Bu kaseti yaptığım dönemlerde Almanya'da 1980 de kurduğum "Pan Kayıt Video" diye bir firmam vardı. Viyana'da "Avaz Film" bu firma hem müzik üretiyor hem de film çalışmaları yapıyordu. Bir de Avusturya'nın "King Film Şirketi"ne de % 25 hissedarım. Bunlar alnımın teri ile kazanılmış servetimdi.

Nazım Hikmet'in adını korkudan kimse ağzına alamazken ben, Cem karaca'ya, 1 Mayıs "Şeyh Bedrettin Destanını" yaptım. Peşinden "Safinaz". Selimiye sıkıyönetim mahkemesine, yurtdışı çıkış yasağımın kaldırılmasını, davadan vareste tutulmamı istiyorum dedim.

Taşlama,"Özal Kurşunu"

Kaşımın ortasına dom dom kurşuni değdi, Özal kurşuni değdi, bir arı soktu beni, bir arı yedi beni. Ah dedim ağladım, kemeri bağladım. Eğdi halk boynun eğdi, Allah kerimsin dedi. Hançer yarası değil, Özal kurşuni değdi. Gelgel gümle gel. Gelgel gümle gel. Gelgel gümle gel böğrüme Özal kursuni...

Yakup Sancı: Turgut Özal hükümetini eleştiren taşlamalarınız, sizin maddi olarak çöküşünüz oldu diyebilir miyiz?

Ali Avaz: Alnımın akı ve bir gram haram olmamak kaydıyla çok büyük bir servetim vardı. Bu serveti insanlarla paylaştım. Hiçbir zaman bunu reklam konusu yapmadım. Cuma günleri Eyüp Sultan da 4-5 tane kurban kesilirdi, bu etler arabanın arkasına konur, adamlarım tarafından fakir fukaraya dağıtılırdı. Hiç kimse de bu etlerin Ali Avaz tarafından gönderildiğini bilmezdi. Aylık belli bir miktar maaş bağladığım aileler, kirasını üstlendiğim aileler, burs verdiğim çocuklarım vardı. İhtiyacı olanın cebine haçlığını koyardım. Bu beni mutlu ediyordu. Hiç bir zaman reklam konusu yapmadım. Bunların hepsini saklı gizli yapardım. Allah bana bu kadar serveti vermiş ben niye paylaşmayım ki? Yanı başımda ki komşum aç yatarken, yağ, bal içinde yatmak bana göre değildi.

Özal döneminde büyük servet kaybettim

Özal döneminde büyük servet kaybettim. Yaptığın çalışma ertesi gün korsana düşüyor. Simdi internetten de indirebiliyorlar. TRT benimle bir röportaj yapmıştı, orada şöyle dedim. Atom'u icat eden niçin icat etti? Atom bombası yap, götür Japonya'ya at diye mi? İnterneti icat eden hırsızlık yapasın diye mi icat etti? İnsanların yaşamını kolaylaştırmak için, icat etti. Bizde müziklerimizi, yapımlarımızı indiriyor, telif haklarımızı çalıyorlar. Eskiden Mesam'dan okunan eserlerimiz nedeniyle telif gelirdi. Kimseye ihtiyacımız olmazdı. Şimdi satış olmadığı için telif de gelmiyor.

Kiralık bir evde oturuyordum. "Tanrı İstemese İnsan Ölmezmiş" gibi pek çok eser bana ait. Bunlardan gelir olmayınca kiramı dahi ödeyemez duruma geldim. Herhangi bir sosyal güvencem de yok. Yıllar yılı Kültür Bakanlığına vergi ödedim. Halen daha vergi ödüyorum. Herhangi bir eseriniz okunmuş bundan doğan telif hakkı hesabıma yatıyor. Gelen telif de 7 lira 80 kuruş. 8 lira 10 kuruş. Bunun % 17'sini vergi olarak otomatik kesiyor. İş adamları seneden seneye veriyor, bizimkiler peşin olarak yerinde kesiliyor. Ev sahibine arkadaş param yok diyecek bir adam değilim, böyle bir yapım yok. Ne kadar eşyam varsa ihtiyacı olan insanlara dağıttım. Sadece repertuarlarımı aldım, İstanbul'da yaşayan kızımın evine geldim.

Damadım çok iyi bir çocuk. Şimdi onların evinde oturuyorum. İki oda bir salondan oluşan kiralık bir evleri var. Salonda idare ediyorum. Koltukta yatıyorum. Seneden seneye televizyonlarda çalınan müziklerimin telif hakları 700-800 lira tutuyor. Tüm gelirim bu. Hiçbir şikayetim yok. Allaha karşı son derece inançlıyımdır, hiçbir zaman isyanım olmamıştır. Bu günleri görmem gerekiyormuş derim. Bu ceza niye bana, ben niye bu duruma düştüm? Onu da bilmiyorum. Onu da yaradan bilir.

Ülker'in Varşova paktındaki doğu blok ülkelerinin mümessiliydim. Her hafta 7-8 tır Ülker ürünleri gelir dağıtımı yapılırdı. Özal bana yurtdışı yasağı koyduğunda bunlar da gitti. Yurtdışına çıkamadım, işlerimin takibini yapamadım.

Çok servetim vardı. Avrupa'ya gitmek için 8 silindir Mercedes, İstanbul'da dolaşmak için 6 silindir Mercedes arabam vardı. Senin böyle bir servetin var be adam, sana ne hükümetlerin vatandaşa yaptığı haksızlıklardan sana ne? Diyemedim. Bu taşlamaları yazmasaydım, hükümetlerle mahkemelik olmasaydım, yurtdışı yasakları yemeseydim, Cem Karaca'ya 1 Mayıs'ı yapıp, sıkıyönetimler de yargılanmasaydım, benim servetim duruyordu ve yoksul insanlar da faydalanmaya devam ediyordu. Halka adadım kendimi tüm yanlışlıkların üzerine gittim.

Yakup Sancı: Hükümetleri hedef alan taşlamaları yaptığınıza ve bu serveti kaybettiğinize hiç pişman oldunuz mu?

Ali Avaz: Hayır, 75 yaşındayım, 65 yıllık sanat hayatım var. Lüks hayatı gördüm, kiraya düştüm, kiramı da ödeyemez duruma gelince kızımın yanına sığınmak zorunda kaldım. Bu yoksulluğu yaşıyorum. Hiç pişman değilim. Bazen söylüyorlar "sana ne Özal'la Erbakan'la, Demirel'le kavgaya tutuşmak" ben de diyorum ki... Benim onlarla bir derdim yoktu ki. Benim derdim halk. Ben halkımı seviyorum. Bana Almanya, Polonya ısrarla vatandaşlık teklif etti kabul etmedim. Burada Ali Avaz deyince çok kişi hatırlayamaz ama Polanya da beni çok tanırlar. Taşlama yazmayabilirdim, mahkemelik olmayabilirdim. Eserlerim toplatılmazdı, paralar boşa gitmezdi. Ama ben Ali Avaz'ım taşlamadan duramam. Bedeli ne olursa olsun.

Bu yokluklar hükümetleri taşlamam nedeniyle olduğu gibi, yine tüm bu yoklukların altından Türkiye Cumhuriyeti çıkıyor. Sen koskoca bir devletsin nasıl korsana mani olamazsın? İnternetten müziklerimiz indiriliyor telif alamıyoruz, hakkımız çalınıyor. Buna nasıl mani olamazsın?

Yakup Sancı: Plaklarınızda neden hep karikatür kullandınız da kendi fotonuzu kullanmadınız?

Ali Avaz: Yüzümün tanınmasını istemediğim için tüm plaklarımda, kasetlerimde kendi fotomu kullanmadım. Sokaktaki insan beni kolay kolay tanıyamaz ama Ali Avaz ismini pek çok kişi tanır. Sivas Zara da çekilecek bir film için oyuncu olarak beni de kadroya aldılar. Gittik. Bir aşiret ağasını oynayacağım, oğlum evlenecek film içinde. Bir ağa düğünü olarak en az 500-1000 kişi gerek. Mekan olarak bir bahçe ayarlanmış ama gelen kişi 250-300 kişi. Yönetmen Cem Akyoldaş gelen kişinin az olduğunu, daha çok kişinin gerektiğini konuşuyor otelde... Otel sahibi de bu konuşmaları duyuyor. Diyor ki... "Yönetmen Bey insan mı toplayamadınız? Peki hiç birinizin aklı çalışmıyor mu? Burada, bu kadronun içinde Ali Avaz var. Belediye hoparlöründen anons ettirin, size kefilim. Ali Avaz'ın oynadığı film için düğün sahnesi çekilecek, hepiniz davetlisiniz deyin. Bütün Zara oraya gelir, insanlara yer bulamazsınız" dedi. Adamın dedikleri belediye hoparlöründen aynen anons edildi. 3500-4000 kişi geldi. Set ana baba günü oldu. Kimsenin filmle ilgilendiği yok. Ali Avaz kim? Yüzümü tanımıyorlar ama ismimi iyi tanıyorlar. Masanın üstüne çıktım Ali Avaz benim dedim, herkese teşekkür ettim bir de avradını taşlamasını okudum. Halkın sevgisine bakın. Çok para kaybettim ama bu sevgiyi kaybetmedim işte.

Yakup Sancı: Sizin çok satış yapan ve davalık olduğunuz bir taşlama da "Avradını" isimli taşlamanız. Bu taşlama için neden davalık oldunuz?

Ali Avaz: 1968'de okuduğum "Avradını" adlı plağın ilk dörtlüğü, "Eşeği saldım çayıra, otlaya karnın doyura, gördüğü düşü hayra, yoranın da avradını." Bu Osmanlı döneminde yaşayan ünlü şair, ozan, aşık kazak abdala aittir. Benim okuduğum "Avradını"nın sonraki sözleri benimdir. Ben de şöyle devam ettim...

Taşlama

İşçimizin alın teri, kara gözündeki feri, Ahmet Mehmet ve Ayşe'yi hor göreninde avradını. Neft yağını, motor yağını, zeytinyağına kattılar, Avrupa'ya sattılar, satanında avradını... Bunu görüp göz yumanın, pişmiş aşa su katanın, bu milleti soyanın, bu dünyada avradını... Türkün özü kahramandır, süngüsü dünyada namdır, Makaryos derin kandır, silenin de avradını... Hak etmiştin bizden tokat, altıncı filo oldu sana destek, ona emir kim verdiyse, vereninde avradını... Benim adım avaz Ali, ben de yazdım bu sözleri, kim diyorsa bana deli, diyenin de avradını...

Bu plak müthiş bir patlama yaptı. Fabrikada 3 tane pres çalışıyordu plak basmayla yetiştiremiyordu. Plak toplattırıldı tabi. Genel Kurmay Başkanlığı askeri birliklere bir tamim yayınladı. "Ali Avaz'ın okuduğu Avradını isimli taşlama, askerlerin gittiği kahvelerde, garnizonlarda bu plak çalınamaz" dedi yasakladı.

Yakup Sancı: Genel Kurmay Başkanlığı neden yasakladı?

Ali Avaz: Altıncı filoya emir verenin de avradını dediğim için yasakladı. Mahkemede savcıya söyle söyledim; siz zeytinyağcılarla beraber misiniz? İşçiyi, köylüyü, yoksulu eziyorlar siz bunlardan mutluluk mu duyuyorsunuz? 1964 de Kıbrıs'a çıkartma hazırlıkları yapılıyor. İskenderun limanında bizim donanma var. 6'ıncı filo Kıbrıs önlerine geldi. A.B.D bastırdı, çıkartma kaldı.

Altıncı filo çevirdi. Peki sizin onurunuz, gururunuz yıkılmadı mı? Altıncı filoya kim emir verdi? Ben huzurlarınızda söyleyeyim, altıncı filoya kim emir verdiyse verenin de avradını, dedim.

Bu plağın sonrasında "Ali aya gidiyor" diye bir plak daha çıkarttım. Rahmetli Suna Pekuysal'a telefon açtım. Abla, Ali aya gidiyor diye bir skeç parodi yazdım, benimle konuş stüdyoya girelim de dedim. "Senin yaptıkların piyasadan toplanıyor, başımı derde sokarsın, beni mahkemelerde süründürme" dedi. Dedi ama yine de geldi konuştu.

Yakup Sancı: Eskiden olduğu gibi, yine taşlama yapmayı düşünüyor musunuz?

Ali Avaz: Çarşıda yapım yok, yapsanız bile ertesi gün korsana düşüyor ki, zaten benim bir yapım yapacak param yok.

Yakup Sancı: Dizi filmlerden oyunculuk teklifi gelmiyor mu?

Ali Avaz: Benim üzerimde sinema yönetmenliği damgası var ya. Belki onun için dizi filmlerden oyunculuk teklifi gelmiyor.

Yakup Sancı: Peki teklif gelse oynar mısınız?

Ali Avaz: Tabii oynarım, niye oynamayım? Benim kafa yapıma uygun, daha önce canlandırdığım karakterlere uygun, Türk aile yapısına uygun, temele uygun bir teklif gelse tabi ki oynarım.

Son yıllarda sinemalarda gişe yapan ne filmler seyrediyorum. Ne sesler dinliyorum televizyonlarda. Sözleri bir başka, müzikler saçma. Bu filmler sinemalarda liste başıysa sinema yapılmaz. Ben böyle film yapamam. Benim oynadığım film Türk aile yapısına uygun olmalı. Argoyu doruk noktasına taşıyarak, çirkin el kol hareketleri yaparak daha bir hiciv etmek çok yanlış... Filmlerde kullanılan sözleri, hareketleri sokaklarda çocuklar kullanıyor.

Ekmek Teknesi isimli dizide bir rol varmış, bu rolün bütçesi de 300 liraymış. Bu rol için beni düşünmüşler. Diyorlar ki "300 lira bütçesi olan bir rol için nasıl Ali Avaz'a gider de gel bu rolü oyna deriz? Tokatlar bizi, hiç teklif etmeyelim" diyorlar. Hal bu ki ne ilgisi var tokatlamakla. Bana telefon açacak, soracaksın. Bir işimiz var bütçesi de bu diyeceksin. Ben adam mı yiyorum ki? İşime gelir oynarım, işime gelmez oynamam. Polonya'dan yeni dönmüşüm, dönüşümün belli olması bakımından yine oynarım. Bu çekingenlikle rolü başka bir arkadaşa vermişler. Bu arkadaşta bu rolü oynadı, parladı.

Üzerimde yönetmenlik etiketi var. Sanırım yönetmen arkadaşlar öyle sanıyorum ki... Ya saygı gösteriyor. "Bu kadar yıl mesleğe hizmet etmiş, emek vermiş bir yönetmen olan kişiyi karşımıza alıp da mizansen mi tarif edelim?" diye düşünüyorlar. Ya da hiç akıllarına gelmiyorum.

Yakup Sancı: Yönetmenlik teklifi gelse "Evet" der misiniz?

Ali Avaz: İnternette bir ilan görmüş kardeşim. İlanda "Profesyonel yönetmen aranıyor" yazıyor. Telefon ettim. Kimsiniz diye sormadan "Buyurun gelin görüşelim beyefendi" dedi. Gittim. Ben telefon açmıştım, yönetmen ilanı için. "Hoş geldiniz buyurun geçin içeri" dedi. İçeri girdim bir bey bir de bayan vardı. İlgili kişi bir bayandı, hiç unutmam adını. Adı Fatma'ydı. Fatma Hanım'a da anlattım telefon açmıştım, yönetmen ilanı için geldim dedi. Tamam dedi. Halen kimsiniz? Adınız ne diyen yok. Diğer kişi de genç bir yönetmenmiş. Fatma Hanım bana "Profesyonel misiniz?" dedi. Öyle sayılırım, dedim. "Çalışmalarınız nelerdir?" diye sordu. Yeşilçam döneminde birçok sinema filmi çektim. Avusturya da iki, Polonya da dört film çektim, Polsat'da 7 sene yönetmenlik yaptım dedim. Sonunda ismimi sordu. Ali Avaz dedim. Karşımda oturan genç yönetmen fırladı kalktı ayağa "Şaka mı yapıyorsunuz? Siz gerçekten Ali Avaz mısınız?" dedi. Fatma Hanım da şaşırdı. "Ali Bey adınızı niye söylemediniz?" dedi. Sormadınız ki, şimdi sordunuz bende söyledim dedim.

Ne cevap verdiler biliyor musunuz? Aynen şöyle konuştular "Ali Hocam, biz profesyonel yönetmen arıyoruz ama Ali Avaz'ı değil. "Bana verilen cevap buydu. İsim ağır geliyor. Bana dese ki... "Bir dizi, sinema bir şey çekeceğiz, yönetmenlik yapın bizden ücret istemeyin" dese. Ücret almam o filmi çekerim. Ben Ali Avaz olarak kişiliğime uygun her oyunculuk teklifine, her yönetmenlik teklifine açığım. Ama Ali Avaz ismi bir ağırlık, insanlar bir iş teklif etmeye çekiniyor.

Yakup Sancı: Yapmak istediğiniz projeleriniz var mı?

Ali Avaz: Var, var olmasına var da bunca hizmetten sonra kime gidip de benim projem var diyeceğim? "Bir zamanlar Ali Avaz diye bir adam vardı. Şimdi nerede? Ne iş yapar?" diye kimsenin aklına niye gelmiyorum?

Yakup Sancı: Kaç evlilik yaptınız?

Ali Avaz: İki evlilik, üç nikahım var. 1980 de Almanya da firma kurmak için oranın vatandaşı olan bir bayanla, beş bin mark karşılığında protokol evliliği yaptım. Zaten "Alaman Avrat 40 Bin mark" filminin hikayesi de oradan gelir.

1971'de çocuklarımın annesi ile boşandım. 1983 de Polanya'da evlendim. Çekoslavakya sinema akademisinin 4 aylık yönetmenlik kursuna gittim, oradan iyi bir derece aldım. Polanya Polsat'tan yönetmenlik teklifi geldi. Polanya da evlendiğim eşimle tanışmam bu teklifle oldu. Evlendim. 2002 yılında ayrıldık. Annemin ismini verdiğim Patrisya Amire isminde şu an 27 yaşına olan bir kızım var. Polanya da yaşıyor, evlendi orada. Her yıl gelir İstanbul'a. İlk eşimden 49 yaşında Aydoğan, 47 yaşında Hakan, 42 yaşında Aylin isminde üç çocuğum var. İzmir'deki eşimden 39 yaşında Yasemin isminde bir kızım var. Toplam iki oğlum, üç kızım var.

Hayatımda ağzıma bir gram alkol koymadım. Kahve, kahve edebiyatı nedir bilmem. Oyunların hiçbirini bilmem. Hayatım boyunca çalıştım, akşamları işim bitince evime geldim, evimde huzurlu oldum.

Yakup Sancı: Diğer çocuklarınız sizi hiç arayıp sormuyorlar mı?

Ali Avaz: Ne arar ne sorarlar. Sebep ne ben Polanya da niye evlenmişim. Anneleri ile ayrıldığımda yıl 1971, Polonya da evlendiğim tarih 1983. Evet anneleri ile ayrıldık ama onlar benim yanımdaydılar. Çocuklarıma bir günden bir güne telefon açıp da oğlum babanız o günleri kaybetti, bugün şöyle bir durumdayım ihtiyacım var dememişimdir, demem de. Biliyorlar zaten kız kardeşlerinin yanında kaldığımı. Gideceğim yere yürüyerek gider kimseye benim otobüse binecek param yok demem. Bu benim kuralım. Hayatım boyunca kumar oynamadım, gece hayatı yaşamadım, içki içmedim. Bir zamanlar param vardı şimdi yok.

Yakup Sancı:  Günümüzde çekilen sinema, televizyon filmlerini ve albümleri nasıl buluyorsunuz?

Ali Avaz: Filmler seyrediyorum sinemalarda, Recep İvedikler liste başında... Filmler seyrediyorum sinemalarda, ödül almış filmler... Gişeye bakıyorum, bir hançer saplanmış kalmış bağrımda... Diziler seyrediyorum ekranlarımda, Türk aile yapısı ayaklar altında... Şarkılar dinliyorum ekranlarımda, müziği başka, sözleri saçma... İşte, bir yenisi karşımda, hanımı götürüp yıkamışlar hamamda... Modacı onu bir güzel soymuş, kasap vitrini var ekranlarımda... Gül bahçeleri görüyorum güller içinde, bir kişi gül takmış, yüz kişiye diken batar... Ben kalbine diken batanlardanım, bu gidişin sonu hayırlar ola.

Yakup Sancı: Peki, sizin kazandırdığınız sesler, sizi hiç arayıp sormuyorlar mı?

Ali Avaz: Karşılaştığımız zaman saygı duyarlar. Nankör diyemem ama arayıp sormazlar. Sanat dünyası biraz böyledir. Kimse kimseyi arayıp sormaz.

Yakup Sancı: Bir zamanlar köyünden gelip Unkapanı'nda meşhur olma hayalleri ile dolaşırken, elinizden tutup sizleri "Halkın sevgilisi" yapmış, bugün ki servetinizin temellerini atmış, 20 villa sahibi olanlar. Boğaza nazır sırça köşklerde oturanlar. Hani bir zamanlar elinizden tutup sizi var eden, cebinize harçlık koyan, evinde barındıran bir adam vardı. Hatırladınız mı? O Ali Avaz ölmedi!

Sizler hatırlamasanız da, onu hatırlayanlar oldu. 27 Nisan 2010'da Kadıköy Halk Eğitim Merkezinde ona, "Yüzyılın Sanatçıları, Onur Ödülü" verildi. Sanat hayatında onlarca ödülü olan, Ali Avaz'ın ödüle değil, dostluğa ihtiyacı var. Hatırlatırım.

Geçmişten geleceğe uzanan köprüde buluştuklarımızla söyleşilerimiz devam ediyor. Anlatılanlar ışığında sinemamızın ve sinemacımızın sorunlarına çözümler arıyoruz.

Ali Avaz'a Teşekkürler.

Kaynak
Yakup Sancı
 YORUMLAR  ({{commentsCount}})
{{countDown || 2000}} karakter kaldı
{{comment.username}}
{{moment(comment.date).fromNow()}}
Uyarı:  Yorumunuz, yönetici tarafından onaylandıktan sonra tüm ziyaretçilerimiz tarafından görüntülenebilecektir. (Bu mesajı sadece siz görüyorsunuz)
{{reply.username}}
{{moment(reply.date).fromNow()}}
Uyarı:  Yorumunuz, yönetici tarafından onaylandıktan sonra tüm ziyaretçilerimiz tarafından görüntülenebilecektir. (Bu mesajı sadece siz görüyorsunuz)