Artık her hafta merakla beklenen röportaj serimizde bu hafta yine oldukça sarsıcı bir söyleşiyi ilginize sunuyoruz. Değerli arkadaşımız Yakup Sancı, ilklerin ve avantür filmlerin ünlü yönetmeni, halihazırda SE-SAM Başkanı, sayın Yılmaz Atadeniz ile sizler için söyleşti...
31 Temmuz 2012

Yakup Sancı: Yönetmen Yılmaz Atadeniz 1932 yılında İstanbul da doğdu. Kabataş Lisesinden mezun oldu. Sinemaya 1951 de montaj - senkron dalında çalışarak başladı. Bir süre yönetmen yardımcılığı yaptı. 1963te "Yedi Kocalı Hürmüz" ile yönetmenliğe geçti. Silahların Kanunu, Kovboy Ali, Çirkin Kral, Güney Ölüm Saçıyor, Kınalı Hanzo gibi önemli filmlerin yanı sıra, kült statüsüne erişmiş Yılmayan Şeytan, Kling İstanbul'da, Kızıl Maske, Zorro Kamçılı Süvari gibi birçok fantastik Türk filminin yönetmenliğini yaptı. Yönetmen Yılmaz Atadeniz SESAM Başkanı olarak görevine devam ediyor.

1970'lerde yılda 250-300 filmi nasıl çekiyordunuz? Şimdi neden üretemiyoruz?

Yılmaz Atadeniz: Evet, O yıllar biz yılda 250-300 film üretiyorduk. O yıllarda Türkiye yi işletme bölgesi diye 5 bölgeye ayırmışlardı. Bu 5 bölge İstanbul Eskişehir'i de içine alan Marmara bölgesi, Adana bölgesi, Diyarbakır, Şanlı Urfa, Gaziantep Mersin ve Konya havalesi dahil... Karadeniz bölgesi, Samsun, Trabzon, Giresun, Ege bölgesi, İzmir Antalya'yı da içine alan Afyon'a kadar olan bölge... Ankara bölgesi dediğimiz İç Anadolu Bölgesi. Birde Zonguldak ve civarı.

Yakup Sancı: Türk sineması yaklaşık 6.000 film yaptı. Peki bu paranın kaynağı bölgeler miydi?

Yılmaz Atadeniz: Biz Adana ya gittiğimiz zaman, Adana da ki işletmeciler, bize 4 tane Ayhan ışıklı, 5 tane Türkan Şoraylı, şu kadar Hülya Koçyiğitli diye sipariş verir, filmler teklif ederler ve avanslarını da verirlerdi. Peki bu avanslar nereden toparlanıp da verilirdi? Türk sineması yaklaşık 6.000 film yaptı. Doğru, paranın kaynağı bahçe sinemalarıydı. Örneğin bir Adana da 180-200 tane bahçe sinemaları vardı. Diyarbakır, Gaziantep, Elazığ, Ankara, İstanbul aklınıza gelen her yerde açık hava sinemaları vardı. Bölgeler bize gerekli sermayeyi sağlardı. Bu sinemalara halk geliyordu. Dolaysıyla sinemamızın sponsoru halkımızın kendisiydi.

Biz bahçe sinemalarını kaybettiğimiz zaman, piyasamızı kaybettik

İşletme müdürlerinin bizlere imzalayıp verdiği senetleri halk bu sinemalara gelerek ödüyordu. Ben hatırlarım, Kling filmimi Konya da 10.000 kişilik bir bahçe sineması göstermek istemişti. Ben oraya gittiğim zaman adamın ağzı kulaklarındaydı. 10.000 kişiyi içeri almış, içeri girdim ama filmde bir ses var. Çıt,çıt diye bir ses geliyor. Filmde böyle bir ses olmaması lazım dedim. Film de bir hata mı var? Dedim. "Yılmaz abi filmde bir hata yok" dediler. O zaman makine dairesinde bir sorun var dedim. "Abi makine dairesinde de bir sorun yok. Dikkat etsene dedi. Neye dikkat edeceğim? Deyince "Abi herkes çekirdek yiyor. Çıt, çıt sesi oradan geliyor". Hakikaten de öyleydi. 10.000 kişi bu. Biz bahçe sinemalarını kaybettiğimiz zaman, piyasamızı kaybettik.

Yakup Sancı: Televizyon bahçe sinemalarının kapanmasına ne kadar etken oldu?

Yılmaz Atadeniz: Bahçe sinemaları çok önemliydi. İstanbul dahil bunun içinde. Bizi destekleyen halk buralardan destekliyordu. Filmler çok seyrediliyordu. Televizyon kurulurken ve ya kurulduktan sonra biz bu tehlikeyi fark edemedik. Televizyon bahçe sinemalarını yok etti. Halk, bedava evinden seyrederken niçin bahçe sinemalarına gelsin? Böylece bahçe sinemaları kapandı. O bahçe sinemalarının da hiç birini belediyeler bir sinema koşulu altında inşaata müsaade eder tarzında bir harekette bulunmadılar. Böylece onlar büyük iş hanları haline geldi. Plazalar haline geldi. Biz kapalı 300 sinemaya kaldık. Bu 300 sinemayı da sonradan salonlarını bölerek 900 e çıkardık. Ama sinema aslında 300 tanedir.

Paranın büyük bir kısmı devlette kalıyor, biz kendi paramızla film üretmeye çalışıyoruz

Sinemamız geriye gitti. 2000 yılında Antalya film festivaline iştirak eden filmler 8 taneyi geçmiyordu. Şimdi çıkan kanunlar vasıtasıyla 5224 ve 5225 sayesinde devlet filmlere destek olur hale geldi. Ama devlet bu parayı kendi kasasından vermiyor. Benim öz ve öz kendi paramı bana kredi olarak veriyor. Geri ödemek üzere veriyor. Nedir bu para? Türkiye de yerli ve yabancı filmlerden toparlanan rusum paralarını devlet kasasında birikiyor, kültür bakanlığı para istedikçe kendi düşündükleri paraları veriyorlar. Paranın büyük bir kısmı devlette kalıyor, biz kendi paramızla film üretmeye çalışıyoruz. İşin aslı bu... Devlet, Namık Kemal Zeybek tarafından başlatılan bu olayı devam ettirdi. Kanunlaştırdı. Biz bunu bir sene içinde iki devre olacağı ama üç devre olmasının peşindeyiz.

Türkiye Cumhuriyeti sinema ve futbol olarak AB'nin içindedir

Türkiye Cumhuriyeti iki branşta AB'nin içindedir. Şu an biz AB'nin dışındayız. Ama futbol olarak, sinema olarak AB'nin içinde yer almış durumdayız. Bunun sayesinde "erumaj" diye bir Avrupa birliğinin havuzu var. Senelik aşağı yukarı bir milyon Euro'ya yakın kira ödüyoruz oraya ama bu bir milyon Euro'ya karşılık 1,4-1,6 milyon euro'ya kadarını geri alıyoruz. Filmcilerimiz kredi olarak kullanıyor bu parayı. Bu da bir avantaj.

Film üretmek çok önemli. Stüdyolarımızı muhakkak korumak mecburiyetindeyiz

Yani film üretmek çok önemli, ama bu arada stüdyolarımızı muhakkak korumak mecburiyetindeyiz. SAFAK, FONA, SİNEFEK'i korumak mecburiyetindeyiz. Bunlara devlet destek ve kredi vermeli. Mesela FONA FİLM stüdyosunun sahibi Cemal Bey ile görüştüğümde, bu genç arkadaşım dedi ki" Ben 10 filme destek çıktım. Kopyalarını bastım, stüdyo işlemlerini yaptım fakat bu filmlerin hiç biri iş yapmadı. Para dönüş yapmadı. Çok kötü durumdayım. Ben bu işi yapmak istemiyorum" gibi laflarla karşı karşıya kaldım. Bizim stüdyolarımız kapanırsa biz Yunanistan da, Romanya da, Bulgaristan da, Macaristan da mı filmlerimizi bastıracağız? Bu çok önemli bir konu...

Türkiye'miz kadar mükemmel bir plato var mı dünya da? Filmcileri bize gelmiyor. Peki neden gelmiyorlar?

Bizim Antalya da bir stüdyomuz var. Ama bu stüdyo çürümeye derk edilmiş. İlk yapıldığı sene "bin bir gece masalları" çekiyorlardı. Çektikleri zaman yalnız Antalya da değil, Muğla vilayetinde de kontra plak kalmadı. Bütün marangozlar orada çalışır hale geldiler. Bildiğiniz gibi Türkiye'miz kadar mükemmel bir plato var mı dünya da? Toprağın üstü mükemmel, yörelerimiz mükemmel buna ramen dünya filmcileri bize gelmiyor. Peki neden gelmiyorlar? Kanada ya bakıyorsunuz, kanada geri ödeme yapıyor yüzde 18 değil, 35'lere varan geri ödemeler yapıyor. Yapımcının harcadığı paranın yüzde 35 ini geri ödüyor. Mahsun Kırmızıgül en son filmi "Güneş'i gördüm"'ü çekerken Romanya da çalışmış. Romanya da harcadığı paranın 35'ini geri ödemesi olarak Romanya devleti ödemiş. Fas da film çekiyorlar. Ama Fas da film çeken adam harcadığı paranın %35'ini geri alıyor. Bu konu kimi ilgilendiriyor? Kültür Bakanlığını ilgilendiriyor, Dış işleri bakanlığını ilgilendiriyor, İç İşleri Bakanlığı, Maliye Ve Gümrük Bakanlığını ilgilendiriyor. Bu dört bakanlık bir masaya oturup bu konuda geri ödemelerde yükseltme yapacaklar. Bizim memleketimize insanlar geliyor, çekiyor ve gidiyor. Haberimiz bile olmuyor. Böyle saçmalık olur mu?

Benim teknisyenlerim boş mu kalacak?

Bugün bir dizi var. O dizi Tunus'a gittiğinde Tunus hükümeti diyor ki "Buradaki elemanlar çalışacak. Senin kameraman değil, buradaki kameraman çekecek. Buradaki ışıkçı çalışacak. Bu insanları çalıştıracak ve parasını da ödeyeceksiniz."diyor. Bizim memleketimize insanlar geliyor, çekiyor ve gidiyor. Haberimiz bile olmuyor. Böyle saçmalık olur mu? Benim teknisyenlerim boş mu kalacak? Tüm bunlar ayrı, ayrı dertler.

Yakup Sancı: Dünya sinemasında boy gösterecek filmler yapabilecek miyiz?

Yılmaz Atadeniz: Türk sineması muhakkak üretmeli. Dünya sinemasına boy göstermeli. Boy gösterecek filmler yapıyoruz. Stüdyolarımız en mükemmel noktada. Londra, Fransa, Almanya Türkiye de kopya bastırın. Hepsini koyun önünüze bunların arasında fark olmadığını göreceksiniz. Ne üstlerinde bir toz, ne bir çizgi. Görüntü mükemmeldir. Stüdyolarımız mükemmel noktaya gelmiştir.

İş imkanlarını yaratmamız lazım

Şunu da söylemekte fayda görüyorum. Stüdyolarımız günde 25-30 kopya basacak kapasitededir. Bunlar çok önemli gelişme ve sinemamız için önemli bir avantajdır. Tüm bunların bizde kaybolmamasına dikkat etmemiz gerekir. İş imkanlarını yaratmamız lazım. Atatürk o lafı duvarda kalsın diye mi söyledi? Hiçbir zaman gerçekleşmeyecek midir? Bana bir kişi gösterin devletten burs almış, Türk sinemasında beceri ve kaliteyi öğrenmek için devlet tarafından yurt dışına gönderilmiş olsun. Bir tane bulamazsınız. Ama tiyatro da bale de mevcuttur. Neden sinemada yoktur? Atatürk o lafı duvarda kalsın diye mi söyledi? Hiçbir zaman gerçekleşmeyecek midir? Ne yaparsak yapalım İstanbul da bir stüdyo ya ihtiyacımız vardır. Nasıl "Sine site" varsa. Antalya da ki stüdyo varsa o stüdyoyu da çalışır hale getirmemiz lazım. Orasını çürümeye terk edemeyiz. Çürümeye mahkum olmamalı.

Yakup Sancı: Diziler eskiye döndü, eski filmlerin hikayelerini çekiyorlar. Türk sineması tüm hikayeleri çekti mi?

Yılmaz Atadeniz: Arkadaşlarımızın filmlerini seyrediyoruz kalite olarak tamam. Yalnız efsaf, nitelik ve nicelik bakımından bizim örf ve adetlerimizi film yapan arkadaşlarımız unutuyorlar. Bunları katiyetle hayata geçirerek yönetmen, senarist arkadaşlarımızın bunları ön plana alması lazım... Bizim eskiden siyah beyaz yaptığımız filmlerin tekrarlarını yapıyorlar. Peki niçin yapıyorlar? Çünkü orada örf ve adetlerimize, gelenek, göreneklerimize göre yapı var. Bu milletin hasretlerine göre, örf ve adetlerine göre, geleneklerine göre dikkatli çalışmalarını rica ediyorum. Biz "Ulan" kelimesini bile filmlerimizde kullanmazdık. Şimdi af edersiniz belden aşağı filmlerimiz. Türkçeden yoksun. "Kıllandım" diyecek kadar ileriye gidiyorlar. Söylenecek bir şey varsa ilk önce senaristler olarak arkadaşlarımızın dikkatli olmaları gerekir. Bu milletin hasretlerine göre, örf ve adetlerine göre, geleneklerine göre dikkatli çalışmalarını rica ediyorum.

Yakup Sancı: Çekilen filmlerin çoğu iş yapmıyor. Sizce sebebi nedir?

Yılmaz Atadeniz: Bizden değil hikayeler. Bizim hikayelerimiz olmalı. Sonra köyden şehre inmemiz lazım. Şehir hikayelerini incelememiz lazım. Yani geçim sıkıntısı ve onu hicv eden filmler olması lazım. Buradan da komedi çıkabilir. Bu laflarla Recep İvediği kınamış olmuyorum. Yalnız söylemek istediğim ne olursa olsun bu milletin istediği filmlerin çekilmesi faydalı olacak kanaatindeyim. Eğer tüm bunlar olmazsa filmciliğimiz geri giderse, evrensel hikayeleri düşünmemiz lazım.

Yakup Sancı: Kendi ülkesinde, kendi insanının izlemediği filmlerle nasıl evrensel olabiliriz? Sınırlarımızın dışına nasıl çıkar sinemamız?

Yılmaz Atadeniz: Uluslararasına çıkmamız lazım. Türk sınırlarının dışına taşmamız lazım. Bunun için ne yapmamız lazım, oturalım ne eksiğimiz var? Nelere ihtiyaç var? Bütün bunların tespitlerini yapalım. Yapılan bir film bizim ülkemizde tutulsun sonra yurtdışına çıksın. Biz Fransız, Alman, Amerikan filmi yapmıyoruz. Türk ekolünün yarattığı filmi empoze etmek istiyoruz.

Lüks bir otelin lobisini göstermek bizim tarzımız olmamalı

Bizim köy odasındaki o dantelli yastıkları olan, perdeleri bile dantelle işlenmiş odayı göstermemiz lazım. Lüks bir otelin lobisini göstermek bizim tarzımız olmamalı. Bizim o köy evlerini, davranış biçimlerini, o imece tarafımızı, nasıl birbirimize yardımcı olduğumuzu, toprakla nasıl uğraş verildiğini, tüm bunları işlememiz lazım.

Yakup Sancı: Türk sinemasının işlemediği konu var mı?

Yılmaz Atadeniz: Bana tek bir film gösterin ki orman yangınını işlemiş olsun. Türk sineması orman yangınını işlemedi. Hal bu ki Her sene binlerce hektar ormanımız kül oluyor. Bunun üzerine yapılmış bir tek film var mı? Yanmış kap kara bir ormanın o kirlenmiş, simsiyah olmuş ormanın önünde geçen dramatik bir sahne var mı? Ben görmedim. Sürekli esrardan, eroinden bahsediyoruz kaç kişi Afyon a gidip bir Afyon tarlası gördü? Buğday başaklarının tarlası gibi, milyonlarca lalenin türlü, türlü renkler içeren lalelerini görmüş müdür? Afyondan bahsedilir ama o tarla önemlidir.

Bitmez tükenmez Anadolu. Bizim Anadolu da çekeceğimiz antik kentler var

Daha önümüzde yapılacak çok iş var. Mesela. Bitmez tükenmez Anadolu diyoruz doğru. Bitmez tükenmez Anadolu. Bizim Anadolu da çekeceğimiz antik kentler var. Mesela. En basitinden Tatara diyoruz. Lidya devleti diyoruz. Lidya milattan evvel devlet teşkilatı olarak örnek alınmıştır. Kim örnek almıştır? Amerikan senatosu. Lidya devletinin beşiğinde yaşıyoruz başkaları geliyor belgeselini yapıyor. Biz ağzımız açık gözlerimiz bakar görmez, bakıyoruz.

Sinemada o kadar çok yapılacak, işlenecek konu var ki inanamazsınız

1956 yılında yedek subaylığımı yaptığım sırada Malazgirt'e gittiğimde şaşırmıştım. Şelaleler vardı. Ama köyde elektrik yoktu. Şunu söylemek istiyorum. Sinemada o kadar çok yapılacak, işlenecek konu var ki inanamazsınız.

Hangi müzemizin belgeseli yapılıp dünyaya satılmıştır?

Erzincan da bir karaca mağarası, tokatta bir ballıca mağarası Antalya da meşhur olan Damla taş, bunların yanında gecekondu kalır. O kadar muhteşem mekanlarımız var. Antik kentlerimizin çoğunun filmi yapılmamıştır. Hangi müzemizin belgeseli yapılıp dünyaya satılmıştır? Müzelerimize bile kıymet verilmemiştir. Antalya da müzeye girin o heykellerin mükemmelliği karşısında şaşırırsınız. Ama Antalya müzesinin sitesi bile açılmamıştır. Bir belgeseli yoktur. Türk sinemasının yapacağı çok çok konu vardır. Yeni mezun olan çocuklara çok konu var. Karadeniz sahilindeki her yörenin belgeseli yoktur. Bizim gazi olmuş, savaşlarda ödül ve madalya almış şehirlerimizin istiklal savaşına ait belgeselleri dahi yoktur. Bunlar gibi birçok malzememiz var.

Türk sinemasında yetişen genç kuşaklara devletin yardımcı olması lazım

Anadolu kadınlarının başlarına giydiği başlığın her bir giyim tarzı, her bir püskülü bir şey ifade eder. Bu giyim tarzından o kadının bekar mı? Evli mi? Dul mu? Olduğunu gösterecek niteliktedir. Ve çok çeşitlidir. Bunun kitabı vardır, filmi yoktur. Türk sinemasında yetişen genç kuşaklara devletin çok yardımları olarak bu filmlerin yapılmasını sağlamalıdır. Onların boş kalmamasını, onların meslekte yürümesini sağlamamız lazım.

Yakup Sancı: Sinemada bir hedefiniz var mı? Yapmak isteyip de yapamadığınız bir hikayeniz var mı?

Benim hedeflerimden biri ormanla ilgili bir film yapmak

Yılmaz Atadeniz: Benim hedeflerimden biri ormanla ilgili bir film yapmak. Ama işin enteresanlığı ormanda çalışmak çok önemlidir. Çünkü jenaratörü her yere götürmeniz lazım. Bu arada Kastamonu'nun Küre yaylasına gittim gördüm. Müthiş bir yer. Şelalesi, köprüsü, yeşili Orman bölge müdürlüğünden de bizim tayin ettiğimiz bir yere kütükten bir evin yapılması konusunda anlaşma yaptım. Bu ev film de yanacak bir evdi. Fakat bakanlıktan çıkan izin 200 bin liraydı. Benim en az 400-500 bin liraya ihtiyacım vardı. Ben bu parayla bu orman filmini yapamayacağımı düşünerek iade ettim.

"Bu yolun ismi istiklal yolu." "Kocalarımızın yanında bizim de kanımız olmalı."

Küreye gittiğimde bir şey dikkatimi çekti. Dağ başında bir yol var bu yolda derin tekerlek izleri. Yanımdaki kişiye dedim ki Burası bir yol ama buradaki derin izler nedir? "Yılmaz Bey bilmiyor musunuz? İnebolu Ankara cephane hattı burası. Bu yolun ismi istiklal yolu"dedi. İstanbul'dan kaçak gelen cephaneyi kadınlar taşırmış. O devre kadar kadının ne balkan savaşlarında, ne Çanakkale de, ne de İstiklal savaşında kadının bir katkısı yok. Oradaki mülazime bir telgraf geliyor. Telgrafta bu cephanenin taşınması isteniyor. Yaşlı adamlar, kadınlar ve çocuklar var. Kadınları kullanamayacağını biliyor, teklif dahi edemeyeceğini biliyor. Adamın kızı,"Ben bu iş ile meşgul olacağım"diyor ve Kastamonu da kapı, kapı dolaşarak bir miting yapıyor. Kadınlar mitingi. Yaşlı erkekler de var. Kadınlar karar alıyor yemin ediyorlar. Kocalarımızın yanında bizim de kanımız olmalı, bizim de katkımız olmalı, bu cephaneyi biz taşıyacağız diyorlar. O kadın cephaneyi İnebolu'dan alıyor Ankara ya gidiyor. Dönüyor, tekrar alıyor tekrar gidiyor. Bu şekilde üç sene taşıyorlar.

Bu istiklal savaşının uydurması diye inanmıyorlarmış. Bu kadar dar görüşlüyüz

Yabancılar buna müthiş ilgi gösteriyorlar. Ben bu hikayeyi belgesel olarak teklif ettiğimde nedense değerlendirme komisyonu bu eserin yapılmasına müsaade etmedi. İşin en garip tarafı ise böyle bir hikayeye inanmıyorlarmış. Bu istiklal savaşının uydurması diye bir mülaza yapmışlar. Bu kadar dar görüşlüyüz. Bunlar 8 kişi ve bizim içimizden gelen kişiler. Bakanlığın tek bir temsilcisi var bu değerlendirme komisyonunda.

Turgut Özakman "Çılgın Türkler 20 filmlik hikayedir. Tek film katiyetle olamaz" dedi. Film çekildi fakat pek çok konu işlenmedi. Turgut Özakman benim yakın arkadaşımdır. Çılgın Türkler hikayesi beş sene evveline aittir. Turgut Bey ile Sayın Ziya Özkan hala dargındır. Ziya Özkan arkadaşımız bunu tek filmde toparlamak istemiş, tek filmde çekmiştir. Turgut Özakman da "katiyetle bu film tek bir film olamaz, bu en aşağı 20 bölümlük filmdir, böyle bir şey düşünmüyorum" demiştir. Bu nedenle araları hala açıktır.

Malum filmi seyrettik. Filmin eksik çok toparlanmış bir film olduğunu da gördük. yalnız bir hikayesi bile çok önemlidir. Üçüncü ordu Sakarya ya yetişecek trene biniyorlar. Tren kömürle çalışıyor tabii. Yolda kömür bitiyor. Bulunduğu yerdeki ağaçları kesiyorlar. Bir süre sonra ağaçlar da bitiyor. Arazide ağacın olmadığı bir bölgedeler. Ne yapacağız kumandanım diyorlar. Diyor ki Vagonun tahta kısımlarını kırın yakın . Onları yakıyorlar. Kumandanın bunlarda bitti. Ne yapacağız diyorlar. Yakacak hiçbir şey yok. Konya ovasındalar. Kumandan, Çarıklarınızı yakın diyor. Sakarya ya üçüncü ordu böyle geliyor. Bu bir film hikayesi kardeşim. Bunu seyrettik mi? Veyahut İzmit de tecavüze uğramış kadınların bir kısmı intihar ediyor, bir kısmı niçin intihar ediyorsunuz. Biz düşmana karşılık verelim diyor bir birlik oluşturuyorlar. İstiklal savaşında bu çok önem kazanıyor. Göğüslerinde ay yıldızlı bir bayrak var, şarjörler var, çizmeliler. Atın üstünde bu birlik yunanlılara en büyük darbeyi vuran birlik oluyor. Bunu seyrettik mi? Bunun hikayesi var mı kardeşim?

Velhasıl daha Türk sinemasında yapılacak çok iş var

Buna benzer yukarıda bahsettiğim üç yıl cephane taşıyan o kadınların çocuklarıyla beraber karda kışta, o dağları, tepeleri geçerek kağnı arabasıyla gitmenin ne olduğunu düşünün. Velhasıl daha Türk sinemasında yapılacak çok iş var. Yetişen gençlere verilecek çok iş var. Bunların planı yapılır, kültür bakanlığı tarafından adamlar çağırılır bu işler verilir.Türk sinemasına filmler yapacak teknik eleman, yönetmen, senarist var. Bu çocuklar bu bilgileriyle birçok güzel filmler yapabilir.Haftalık diziler çekiliyor. 80-90 dakika. Mükemmel çekilmiş diziler var. Bunu çeken ekipler büyük filmleri yapacak efsafta ve beceride. Bilgileri, deneyimleri var. Ve bu çocuklar para kazanmak için televizyonda çalışıyorlar. Televizyon iyi bir gelir sağlıyor. Türk sinemasına filmleri yapacak teknik eleman, yönetmen, senarist var. Bu çocuklar bu bilgileriyle birçok güzel filmler yapabilir. Dizileri seyrettiğim zaman reji bakımından kaliteli, olumlu. Müzik bakımından çok çok takviyeli Efekt olarak iyi durumda... Oyuncular yetişti, senaristler yetişti. Hem komedyenler fazlalaştı, hem iyi oyuncular yetişti bu televizyonun bize kazandırdıkları. Bunları da boş geçmemek lazım diye düşünüyorum.

Yeşilçam da çalışan arkadaşlarımızı moral bakımından haftada bir gün çalıştırsalar ne olur? Ne kaybederler?

Tuhaf bir şekilde Yeşilçam ı taklit etmeye başladılar ama Yeşilçam da çalışan arkadaşlarımızı moral bakımından haftada bir gün çalıştırsalar ne olur? Ne kaybederler? Ben o genç arkadaşlarımıza sesleniyorum buradan. O İNSANLARA HAFTADA BİR GÜN ÇALIŞMA İMKANI VERİN. Onlar da filmde çalışıyoruz diye mutlu olsunlar. Katkı kazansınlar. Bir emeklilik parasına kalmamış olsunlar. Ne kaybederler? Avantürde çok iyi olan kişiler var. Yetişmiş önemli bu işleri yapacak kalitede ve ezber yapacak kapasitede arkadaşlarımız var.

Yakup Sancı: Siz pek çok avantür filmi çektiniz. Günümüzde özellikle dizilerde çekilen avantür sahnelerini beğeniyor musunuz?

Yılmaz Atadeniz: Bana Siz bu kavgaları nasıl çektiniz? diyorlar. Bizim için kavga çekmek çok kolaydı. Mesela ben tuhaf beklide ayıp bir şey yapıyordum. Ben burada kavga çekeceğim, sen şu, şu, şu diyalogları yazıver sonra da onları çekelim diyecek kadar rahattım. Şimdi bir kavgayı çekmek için bir gün harcıyorlar, yarım gün harcıyorlar. Hal bu ki biz bu sahneleri çok kolay çekerdik. Çünkü bizde bu kavgayı iyi bilen iyi yapan arkadaşlarımız vardı. Bir Hüseyin Zan bir daha yetişmez. Bunun gibi çok iyi kavga eden 30-40 arkadaşımız vardı. Bir Kudret Karadağ, Bir Süheyl Eğriboz. Hatta Kudretle bir yerde çalışıyoruz benimde kader arkadaşımdı. Kudret şunu yapacaksın bunu yapacaksın dedim. Yılmaz Abi bir dakika. Biz kaç senedir beraberiz? 25 sene. Ben 25 yaşında sinemaya başlasam şimdi 50 yaşındayım. Ben şimdi 50-60 yaşındayım. Sen benden 25 sene evvel yaptığım hareketlerin aynısını istiyorsun. İnsaflı davran dedi.

Kavgalar çekilir adamın şapkası bile başından düşmezdi

Yavuz Selekman diye bir arkadaşımız vardı. Allah rahmet eylesin. Bu adam pankreastan gelmiş. Faruk Panter diye başka bire arkadaşımız vardı. Yavuz u kaybettik ama. Faruk Almanya da geldiğinde bana da gelir. Bu adamlar boş geçilmeyecek adamlardı. Her hareketi çok önemli ve çok kolay şekilde yönetmeni rahatlatacak şekilde hareket ederlerdi. Yavuz Selekman sette olduğu zaman sanki bir kavga süpervizörü gibi her hareketin mükemmelini gösterirdi. Cüneyt Arkın, Yavuz Selekman ile çalışıyoruz bütün o kavgaları, avantürel hareketleri hem en mükemmelini, hem de en kolay şekilde hallederdik. Şimdi bakıyorum avantürel sahneler çok zayıf. O zamanlar kavgalar çekilir adamın şapkası bile başından düşmezdi. Hiçbir eşya kırılmazdı. Ben başladığım zaman kapılar kırıldı, vazolar kırıldı, camlar parçalandı, çamdan çıkıldı. Avantürün her şekli avantaj hale geldi. Evin ikinci katında kavgaya başlardık merdivenlerden yuvarlanır aşağı salona inerdik. Aşağı salondan bahçeye, bahçedeki havuzun kenarı, havuzun içi, havuzun içinde kavga... Bana derlerdi ki Abi doymadın mı daha, devam mı edeceğiz? derlerdi. Kısacası dediğim gibi yapılmış çok iş var ama yapılacak da çok iş var. Bunları yapacak ekipler de var.

Yakup Sancı: Bir yönetmen olarak oyunculara, oyuncu adaylarına önerileriniz nelerdir?

Yılmaz Atadeniz: Oyuncular muhakkak diksiyon dersi, sofrez dersi almalı. Çünkü yapı olarak güzel kişiler seçiliyor. O güzel insanların kendini geliştirmesi lazım. Dünyada da böyle olmuştur. Adamı beğenmişler almışlar ama ilk önce eğitime sokmuşlar. Diksiyonunu düzeltmişler. Hareket tarzlarını yumuşatmış daha uygun hale getirmişler. Nasıl kavga ediliri göstermişler. Bütün bunların eğitimini vermişler sonra filme başlamışlar. Biz diziye başlayan oyuncuyu olduğu gibi alıyoruz. Dizide meşhur olduktan sonra o kişi ben oldum demeden kendi sesini kullanmalı artık. Bir oyuncuya bir başkası dublaj yapmamalı. Bir oyuncu kendi kendini konuşur, seslendirirse her şey daha yerine oturur, daha uygun olur, daha doğal olur. Onun için o doğallıktan dışa düşmemek lazım.

Yakup Sancı: Sinemamızın en önemli meslek birliği SE-SAM ın başkanısınız Telif kanunu ve mali haklar konusu Arap saçına dönmüş bir halde. Bizi aydınlatır mısınız? Bu işin aslı nedir?

Yılmaz Atadeniz: Telif hakları ayrı konu, filmin mali hakları sahibi ayrı kişi... Biz bunu bir gibi düşünüyoruz. En büyük hata buradan başlıyor. Derler ki... Efendim, yapımcılar her şeye sahipler biz hiçbir pay alamıyoruz diyorlar. Kanun şöyle yapılmış yanlış bir kanun.1995 12 Haziran da 4110 çıkarken bir madde koymuşlar. Bizim telif haklarımızla ilgili, meslek birlikleriyle ilgili kanunun maddesi 42 ve 43 Bütün kanun 91 madde. 91 inci madde bu kanun bakanlar kurulu kararıyla değiştirilir ve ya ilave edilir deniyor. 90 ıncı madde de biri uyanmış. Televizyonda para vermemek için şöyle bir madde koymuşlar. Diyor ki kanun 42 ve 43 üncü maddeler bu kanun yürürlüğe girdikten sonra imal edilen filmlere uygulanır gayet basit gibi görünüyor. Yani 1995 yılı öncesi bir eserin yönetmeni yokmuş, senaristi yokmuş gibi düşünülüyor. O filmin sahibi yapımcı diyor. Hal bu ki tabi ki de o filmlerin bir yönetmeni, bir senaristi vardı. Ama yok kabul edilmiş. Yani bir eser 1995 den evvel yapımcısına ait.1995 den sonra o filmin her şeyi yönetmen, senarist ve özgün müzikçi olarak görünüyor. Bu neyi ortadan kaldırıyor? Telif haklarını. Diyor ki Kardeşim sizin 1995 yılından evvel hiçbir hakkınız yok ama 1995 yılından evvel 6.000 film yapmışız. Kemal Sunal ın çocukları para alamıyor. Film her gece 3 kanalda birden oynuyor. Hiç utanmıyorlar mı? Yayınlayan organa diyorsun Kardeşim kime kaç para vereceğimi söyleyin ben ona veriyim diyor kendini dışa atıyor.

Sefa Önal şu gün Türkiye Cumhuriyetini mahkemeye vermiş durumda

Biz 11 yönetmen mahkeme açtık. DIGITÜRK e. Atıf Yılmaz, Orhan Aksoy, Nejat Saydam, Sırrı Gültekin, Bülent Oran, Erdoğan Tunaş. Bunlar öldüler. Varisleri devam ediyor. Devam ediyoruz. Yılmaz Atadeniz, Sefa Önal, Mehmet Dinler, Ülkü Erakalın, bu 11 kişi devam edemedik. Sefa Önal devam etti davaya. Davaların her birini kaybettik. Temyize gittik, temyizde bizi reddetti kanunlar dolaysıyla. Ve bizim insan hakları, Strassburg a gitme hakkımız doğdu. Çünkü siz bir dava da her türlü mahkemede haklarınızı kaybedeceksiniz en son Strassburg a gitme hakkınız doğacak. Sefa Önal şu gün Türkiye Cumhuriyetini mahkemeye vermiş durumda. Strassburg a evrakları gitti. Aynı zamanda Sefa Önal senaryo yazarlar derneği başkanı olarak, yurtdışı bağlantıları olduğu için Avrupa da ki senaryo meslek birliği bu dava için iki tane avukatını vazifelendirdi. Bu karar Strassburg dan çıkacak.

Türkiye Cumhuriyetinin bu konuda mahkum olmasını istemiyorum. Bunu lütfen düzeltin.

Ben Ağustos ayının 8 ve 9 uncu günü kültür bakanlığının bir toplantısında bu konuyu açtım. Dedim ki Davaları kaybettik, temyizden de ret cevabı geldi. Strassburg a gitme hakkımız doğdu. Sefa Önal gitti fakat ben gönülden bu kanunun değiştirilmesini istiyorum. Türkiye Cumhuriyetinin bu konuda mahkum olmasını istemiyorum. Bunu lütfen düzeltin. Buna mahal kalmasın dedim.

Bizim kanunlarla hayatın değişebiliyor

Bizim kanunlarla hayatın değişebiliyor. Sen bütün malını satmışsın parasını da almışsın. Ve bir kanun çıkıyor. Bu kanun diyor ki 20 yıllık koruma süresi 70 yıla çıktı. 50 sene ilave ettik dediğiniz an o malların tekrar sahibi sayılıyorsun. O malları mahkeme kararıyla geri alıyorsun beş kuruş vermeden. Sonra bir başkasına bir trilyona satıyorsun. Burada telif hakkı olarak yönetmenlere, senaristlere 5 kuruş para vermiyorsun. Kanunun kötü tarafı burası

Muhakkak bu paralar alınacak. 2010 da olmazsa en geç 2011 de muhakkak olacak

Oyuncuların hakları da biz Strassburg da bu davayı kazandığımız zaman istahat kararı oluşacak. Herkes 3 kuruş 5 kuruş geri almak durumunda olacak. Muhakkak bu paralar alınacak. 2010 da olmazsa en geç 2011 de muhakkak olacak.

Meslek birliği olarak bizde kabahatliyiz. İlk kurulan meslek birliği. SE-SAM kuruluşu 1986dan 1993 e kadar Türker İnanoğlu devam etti. Sonra Hulki Saner, 5 devre, Kadri Yurdatap. Ben 2007 de devraldım. Ama 2007 yılına kadar burasının bir meslek birliği olmasına ramen hiçbir yapımcıdan yetki belgesi alınmamış hal bu ki bizim vazifemiz ne? Yetki belgesini filmciden alacağız, filmler oynadığı zaman parasını talep edeceğiz, vermeyenleri mehkeme ye vereceğiz. Mahkeme neticesinde parayı alıp dağıtacağız. Meslek birliğinin vazifesi bu Ama yetki belgesine bile rastlamadım buraya geldiğim zaman. İlk altı ayda yetki belgesini hazırladık. Altı aydan bu güne kadar yani bir buçuk sene 3.376 tane filmin isini aldım. Yetkisini alıp kontrol mekanizması yapmam lazım.

Bizim hiç kaynağımız yok. Vergileri, eleman maaşlarını ödeyemez haldeyiz

SE-SAM kurulurken yarı devlet teşekkülü olmasına ramen bizim verdiğimiz yapımcı belgesi kaynağımızı bir tek belgeyle elimizden aldılar. Bandrol dağıtımını yine bir yazı ile bizden aldılar. Biz burada bu teşkilatta muhtasar vergisini bile ödeyemediğimiz için ceza geliyor. Bizim hiç kaynağımız yok. Yalnız buranın kirası (SE-SAM) 1750 lira. Burada 4 kişi çalışıyor. Bir muhasebeci, bir genel sekreter, bir sekreter, bir de ayak işlerini gören Bayram diye bir arkadaşımız. Bunlarım maaşları var.

Vazife var ama para yok. Para vermiyor. Böyle bir şey olur mu?

Bakanlık telefon ediyor. Oskar seçimi var, oskar seçimini yapın diyor. En aşağı 12 kişiye telefon ediyorsun, aşağı yukarı 40 film var o filmlerin içinden oylama yaparak 5 e indireceğiz. 5 ten de 1 e inecek. Bana vazife veriyor, bu iş. Vazife var ama para yok. Para vermiyor. Böyle bir şey olur mu? Dünyanın neresinde kaynaksız bir kuruluş olabilir mi? Beni mahkum etti. Bu sene sonunda burayı kapatmak mecburiyetinde kalacağım.

Kendi paramla buranın işlerini yürütmeye ne lüzum var? Bana ne gözle bakıyorlar bilemiyorum.

Kendi paramla buranın işlerini yürütmeye ne lüzum var? Ben cebimden 80-90 bin lira para harcadım. Ne gözle bakıyorlar bana bilemiyorum. Atatürk ün o lafı duvarda duruyor. Sinemaya gereken ehemniyeti veriniz beyler diyor. Velhasıl Yakup bu işler başka şekilde dönüyor. Kendilerine yazı yazdım. Vaziyet böyle, böyle Acilen para lazım bu parayı çıkartın dedim. bu şartlarda SE-SAM ı kapayacağım. Bütün çalışmaları sıfıra indiriyorum dedim. Her ay 6,5-7 bin lira gideri var burasının. 5 tane filmci ayakta. Selim Soydan, İbrahim Mertoğlu, Nazmi Özer, Fedai Öztürk, Necdet Arkın bunun dışında Faruk Aksoy var. Filmci kalmadı.

Sinemanın sorunlarını çözmeye geldik elbette. Ama SE-SAM olarak maddi imkansızlıklarla boğuşuyorum.

Bu ay 2.750 lira cebimden ödedim. Bu benim çoluk çocuğumun rıskı. Buraya ne diye vereyim bu parayı? Sinemanın sorunlarını çözmeye geldik elbette ama cebimizdeki parayı da burada harcamak için gelmedik. SESAM olarak maddi imkansızlıklarla boğuşuyorum. Ay sonu olduğunda komalara giriyorum, uykum kaçıyor.

Müzikçiler gibi bizi 5-6 parçaya bölmeyin. SE-SAM ın bünyesinde toparlanalım dedim. Biz öyle dememişiz. 9 tane meslek birliği kurdular. Şimdi de birleşin diyorlar. Niye parçaladınız o zaman? Niye birleşin diyorsunuz? Bize 44 üncü maddeden dolayı yardım yapmanız lazım meslek birliği olarak. En aşağı her sene 100 er bin lira para vermen lazım. 9 tanesine 900 bin lirayı nasıl verecekler? Veremezler tabii. Bazıları çalışıyor, bazıları ismen var.

Aynı zamanda vakfın başındayım Türk Sinema Vakfı (TÜRKSAV) sinema evi diye bilinir. Erol Dernek Sokakta O binayı Selda Alkor ile beraber hazırladık. Damına varana kadar ben uğraştım. O zamanlar Çevre bakanı olan arkadaş. Yine o zamanlar Beyoğlu belediye başkanı Kadir Topbaş Bey bize Dış boyasını, iç boyasını, kapıların tamiri, mermerlerin temizlenmesi konusunda yardımcı oldu. Açılışta da bize iki tane bilgisayar hediye ettiler. Sonra o devirde İstanbul Belediye Başkanı olan Recep Tayip Erdoğan Bey'in halefi vardı. İki sınıfın sandalyelerini hediye etti. Binanın altında bir cafe var. Oradan 2.500 lira kira alıyorduk yeni 250 lira zam yaptım 2.750 lira kira alıyoruz. Bu paranın aşağı yukarı yarısını muhasebeye veriyorum vergi giderleri, muhtasarları karşılıyor. 1.250 lira da banka hesabıma yatırılıyor. Bu 1.250 liranın 1.110 lirasını eğitim bursu olarak çocuklara veriyorum. Bana kalan para 150 lira oluyor.

Yakup Sancı: Son zamanlarda yaptığınız proje var mı?

Yılmaz Atadeniz: İki sene içinde Salih Tozan belgeseli yaptım. Antalya da gösterilecek bu sene. İzzet Günay Belgeselini, Sami Hazinses Belgeseli yaptım. En son da İstanbul Arkoloji Müzeleri Belgeselini bitirdim. Yukarıda bahsettiğim İnebolu hikayesini çekmek istiyorum ama değerlendirme komisyonundaki arkadaşlar reddettiler. Çekmek için hazırlanmıştım ama olmadı.

Yakup Sancı: Türk sinemasında birçok filme imza atmış, fantastik filmleri ve "Çirkin Kral"ı kazandıran, maddi imkansızlıklar içinde sinemamızın en önemli kuruluşu SE-SAM'a Başkanlık eden değerli hocamıza kolaylıklar diliyoruz

Yılmaz Atadeniz'e TEŞEKKÜRLER

Kaynak
Yakup Sancı
 YORUMLAR  ({{commentsCount}})
{{countDown || 2000}} karakter kaldı
{{comment.username}}
{{moment(comment.date).fromNow()}}
Uyarı:  Yorumunuz, yönetici tarafından onaylandıktan sonra tüm ziyaretçilerimiz tarafından görüntülenebilecektir. (Bu mesajı sadece siz görüyorsunuz)
{{reply.username}}
{{moment(reply.date).fromNow()}}
Uyarı:  Yorumunuz, yönetici tarafından onaylandıktan sonra tüm ziyaretçilerimiz tarafından görüntülenebilecektir. (Bu mesajı sadece siz görüyorsunuz)