Bu hafta sinemamızın renkli simalarından, Türk Sinemasına yönetmen, senaryo yazarı, yapımcı ve oyuncu olarak bir çok filmde emek vermiş sayın İrfan Atasoy'u konuk ediyoruz. Değerli arkadaşımız Yakup Sancı, Atasoy'la beğenerek okuyacağınıza emin olduğumuz oldukça renkli bir söyleşi gerçekleştirdi...
31 Temmuz 2012

Yakup Sancı: 3 Şubat 1937 yılında Adana da doğdu. Simit sattı, gazoz sattı. İrfan Atasoy kendi deyişiyle Kamyonlara karpuz indire bindire kaleciliği öğrendi ve  Adanaspor�a kaleci oldu.
 Değişik sektörlerde şansını denedi. Askerliğini yapıp geldiğinde cebinde 30 lira parası vardı.
Bir gün Adana yol kenarında cenaze taşıyan Üstü brandalı bir kamyonu durdurur, "benim için hiç sorun değil cenaze  olması der, oturur tabutun üstüne. Ankara ya kadar bedava gelir. Oradan da bir otobüs ile İstanbul�a. 30 lira ile 7 tane 16 lık filmin işletme hakkını alır ve bu filmleri bir yıl sinemalara pazarlar. O artık sinemaya girmişti  bir yerden. İlk senaryosu "Kahraman Üçler"i 20 liraya, ikinci senaryosu "Rezil"i 50 liraya yazar. ��İnce Cumali�� adlı filmle oyunculuğa başlar. Bu filmde Adana�dan çocukluk arkadaşı olan Yılmaz Güneyle beraber yer aldı. Film Antalya Film Festivali'nde En İyi Film, En İyi Senaryo, En İyi Yönetmen, En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu dallarında 4 Altın Portakal Ödülü alır...
  
 
İrfan Atasoy: Kamera önüne "İnce Cumali" ile başladım. Yılmaz Güney oynuyordu. Genç biri lazımdı. Onu da ben oynadım. Zaten senaryo da benimdi. O film ile kamera önüne geçmiş oldum. Sonra bu film Türkiye de çok önem kazandı. En iyi 10 film arasında sayılabilir. Bu filmin stüdyo işleri için İstanbul�a geldim. Aklıma fantastik film çekmek geldi. İnce Cumali�den kazanmıştım. İlk "Kling İstanbul�da" çok büyük çalıştığı için bölgeler ikincisini istedi. ��Kling uçan adama karşıyı�� çektim. Bunlarda bir kaça tane daha çektim. Sonra naylonları (Taklitleri) çıkmaya başlayınca ben den refleks sinemasına döndüm. "Kara cellat"ı çektim. "Belanın karalı"nı çektim. Bu filmler müthiş filmlerdi. Bunların her biri 2-3 film kadar çalışırdı tek başına. Bunları görenler taklitlerini çekip tezgahladılar. Bunun üzerine toplumsal filmlere döndüm. Hamal, Topal, İblis, Susuz Yazın renklisi, Rezil, Zalim, ve pek çok film çektim.
 
Amerika da çalışmak istemiştim
Avrupa�yı basamak yapıp Amerika da çalışmak istemiştim. İlk basamağı yaptık Avrupalılarla 5 film çektim. Türk parası koruma kanunundan. Yazıhanemi ve evimi bastılar. Bizi de götürüp nezarete attılar. Güya para kaçırıyormuşum.  Bu nedenle 8 sene ağır cezada yargılandım. Yurt dışı yasağı koydular. Çektiğim bu 5 filmin Türkiye hakkı  benim, İtalya hakkı onların, dünya hakkının da yarı yarısı benim, yarısı onlarındı. Epey sattı, iyi paralar kazandılar. Fakat ben bir lira bile alamadım yurt dışına gidemediğim için. Oysa ki o filmlerin İngilizcesi. İtalyancası ve İspanyolcası vardı. Bu olay sürerken çocukluk arkadaşım olan Yılmaz Güney ile de 14 tane film çektim. Polis yazıhaneyi ikinci defa bastı. Yılmaz Güney�i vatandaşlıktan çıkarmışlar ve vatan haini ilan etmişlerdi. Filmlerini de topluyorlardı. Bu arada benim 14 filmimi de aldılar. Hala nerde olduğunu bilmediğimiz için bulamıyoruz.  
 
Kaybım trilyonları geçti, içim kan ağlıyor
Bu 14 Yılmaz Güney filmi ile 5 Avrupa filmi dahil benim kaybım trilyonları geçti. Bu da beni maddi sıkıntıya soktu. Amaç çok daha başkaydı. Ben Amerikan sinemasında çalışmak istiyordum. Bu isteğim yukarıda anlattıklarımdan ötürü yok oldu. Maddi sıkıntıya düştüm. Ve öfkelendim. Çok öfkelendim. Bunun üzerine askerde yazdığım ve sansürün reddettiği bir senaryomu çektim. Bunu da sansürden çıkarmak epeyce zahmetli oldu çünkü bu filmde "piç" bir badigard�ı oynuyordum. Türkiye de "piç" yokmuş diye filmi reddettiler. Sonra kestik biçtik onların istediği hale getirdik.
Bu işi de yapmamaya karar verdim. Ondan sonrada hiç film çekmedim. Hala o zaman yazdığım ve  çekemediğim senaryom var elimde. İçim kan ağlamıyor değil ağlıyor tabii.
 
Hazır senaryo yoktu. İşe giderken yolda yazardım   
Benim anlatacaklarımı benim öğreteceklerimi öğretemezler. Bir gün Atlas sinemasından çıkan bir Üniversite profesörüne sinema okuyan çocuklara ne öğretiyorsunuz dediğimde ��Sizden öğrendiklerimizi öğretiyoruz�� dedi. Biz filmleri yaklaşık 30, 35 kutu ile çekerdik. Bunlar 300, 400 kutu harcıyor. Şimdi de bant�a çekiyorlar. Ben, oyunculuk olarak 55 film kadar filmi kendi kurumuma çektim. Bunların hiç birinde hazır senaryo yoktu işe giderken yolda yazardım. Şimdi bakıyorum 2, 3 yıl uğraşıyorlar bir senaryo yazmak için. Sinema hayatımda en çok istediğim şey, senaryo hazır bir filmde oynamak. Bu 55 yıllık Sinema hayatımda hiç olmadı.
 
Bizim kuşağın oyuncu kızları güzel, erkekleri yakışıklıdır  
Teknoloji aldatıyor bunun farkına dünya da vardı. Bugün Amerikan sineması çalışmaz hale geldi. Bir de şunu şöyleyim. Bizim kuşağın oyuncu kızları güzel, erkekler yakışıklıdır. Adeta yunan tanrılarına benziyorlar.
 
Çuvallarla mektuplar gelirdi  
Bir gün postacı işe giderken yolda yakaladı. Sırtında bir çuval mektupla... Dedi ki� Ya bu ne? Ben, sizin hamalınız mıyım? Hiç unutmam. O zamanlar öyleydi. Anadolu�dan büyük şehirlerden, her yerden çuvallarla mektuplar gelirdi. Yalnız bana değil herkese mektup gelirdi.  
 
İnce Memed�i film yapmak isterdim
Türk edebiyatında bütün hikayeler çekildi. Bütün kitapları filme aktardık. Bazı filmlerimiz belgesel bile sayılabilir. Hatta İstanbul�un fethini bile çektik. İstiklal savaşını bütün yönleri ile çektik insanlara anlattık. Bütün olumsuzluklara ragmen. Birçok şey aklıma gelmiyor ama görsel sanatla bunları anlattık. Okuma yazma bilmeyen de bunları öğrendi. Bunların içinden bir destan olan "İnce Memed" kitabı kaldı çekmediğimiz. Kitabını çekemedik. Çünkü defalarca sansüre gitmesine ragmen izin alamadık. Yıllar sonra bu kitabın sinema haklarını bir İngiliz aktör aldı. Ona da Türkiye de çekilme izni verilmedi. O da Yugoslavya da çekti ve Sinema hayatımda çekmek isteyip de çekemediğim bu filmi rezil etti.


 Filmlerimiz sansürleniyordu
"Zalim" filmini 2700 metre olarak çektik. Halka gösterilmesi ve yurt dışına çıkması için sansür kurulu tarafından incelenen filmimiz hakkında karar, çıkarmamızı istenilen sahneler -Heper film kurumuna ait ��Zalim�� ya da ��son şahit�� adlı film. 09.08.1973 tarihinde merkez film kontrol komisyonu tarafından görülmüştür. 1- Cezaevinde, Müdürün odasında, Emniyet müdürünün yanında Mustafa ile Cumali�nin konuştuğu sahnelerin tümünün... 2- Mustafa�nın söylediği, Cumali beni kanunun bile öldürmesine müsaade etmez sözünün... 3- Cumali�nin berbere söylediği seni hakim karşısında öldürürüm sözünün... 4- Cumali�nin avukata gidip konuştuğu ve tartakladığı sahnelerin tümünün... 5- Cumali ve Ayşe ye gündüz vakti yol ortasında arabadan ateş edildiği sahnenin... 6- Mustafa�nın karısı Selma�nın Bilal ile seviştiği sahnelerin tümünün. 7- Ayşe�nin Cumali�ye Avukatın trafik kazasında öldüğünü söylediği sahnenin. 8- Mustafa�nın karısına söylediği Orospu sözünün. 9- Mahkeme salonunda bulunan jandarmaların favorilerinin göründüğü sahnelerin çıkarılması şartı ile adı geçen filmin halka gösterilmesinde ve yurt dışına çıkarılmasında bir sakınca olmadığına ekseriyetle karar verilmiştir.
Sansürde imzası olanlar
Sansürde imzası olanlar: İçişleri bakanlığı, Emniyet Genel Müdürlüğü, Genel Kurmay Başkanlığı, Milli Eğitim Bakanlığı, Basın Yayın Genel Müdürlüğü. Biz yedi bin film çektik diyoruz ya, işte bu şartlarda çektik bu filmleri. Onu kes, bunu sil derken 100 Dakikalık bir film, 1700 metreye düşürdük. Filmi kuş�a çevirdik. Film 20 Dakikaya düşüyor. Emekler, paralar kaybediyoruz. Çekmek istediğimiz filmi çekiyoruz ama halk bu bizim çektiğimiz filmi izlemiyor. Kese kese kuş�a çevriliyordu filmlerimiz. Böyle bir sıkışıklık, böyle bir baskı olur mu? Bu şartlarda nasıl film çekiyorduk anlayın artık.   
Biz askerliği böyle bir şey zannediyorduk   
Askerde bir Kayserili çavuşumuz vardı. Bizi gece 2 de 3 de barakanın önüne çıkartıyordu. Hava eksi 28-29. Bizi Sıraya diziyor, "uzatın ellerinizi" diyor uzatıyoruz. Palaskasını çıkartıyor bize ikişer üçer tane vuruyor, �hadi şimdi gidin yatın�� diyordu. Biz askerliği böyle bir şey zannediyorduk. Gel zaman git zaman, her fırtına bir ölü diye bir kovboy filminde çalışıyoruz. Figüran olarak bu çavuşu getirdiler. Görür görmez tanıdım. Yönetmeni çağırdım, bu adamı her gün çağırın yevmiyesi benden dedim. Bizim çavuş her gün geliyor sete. Şimdi bu çavuşa damdan atla diyoruz atlıyor. ��uff şuram kırıldı buram kırıldım�� diyor. Şuradan yuvarlan diyoruz, yuvarlanıyor. Kurşun yedin öl, ölüyor. Attan düş, düşüyor. Adamın kırılmadık kemiğini bırakmadım. 80 kişiydik bölükte o soğukta bizi barakanın önüne çıkaran çavuşa kan kusturdum. Ama çavuş 80 kişinin içinden biri olduğumu hiçbir zaman öğrenemedi.   
 
Kültür bakanlığı destek değil, sadaka veriyor!  
Bu destek falan değil. 100-150 bin dolar... Bu paralara film çekilir mi? Dünyada örneği yok bunun. Nasıl söyleyeyim. Bu sadaka gibi bir şey... Bu parayla insani stüdyonun kapısından kovarlar. Bırakın çekim masraflarını, oyuncu paralarını bile ödeyemezsiniz.  Türkiye de bütün sinemalarda satılan her bilette brütten %15.825 alıyorlar. Yani satılan her biletten bu parayı alıyorlar. Filmci filmini çekip sinemaya getirdiğinde kafadan %15 zararla başlıyor işe. Bu toplanan paradan sinemaya yardım yapıyor. Ama nasıl yardım bu? Toplanan paranın ellide biri kadar bir para sinemacıya yardım olarak dönüyor. Sinemacıdan aldığı paranın çok küçük bir kısmını veriyor. Kendinden bir yardım yaptığı yok.  
Keşke hiç vermeseler de parası olan doğru dürüst film çekse. Geçmişte amerikan sineması da çok zor durumda kalmıştı. Buna hükümetleri bir çare aradı. Ve buldular da. Yapılan filmlerin tüm masraflarını vergiden düştüler. 7 sene müddetle bunu uyguladılar ve çok büyük filmler yaptılar. Steven Spilberg�in çıktığı sene, yangın kulesi, jaws ve bunun gibi çok büyük filmler yapıldı.   
 
Sanatçı filizlendireceklerine sahtekar filizlendiriyorlar
Bizde de  böyle bir sistem uygulamaları lazım... 10-15 bin dolar vererek film yaptırmak aslında kültür bakanlığının sinemayı hiç bilmediğinin yansımasıdır. Bu sadece yardım ediyoruz diye övünmeleri için verilen  bir para. Bu kültür bakanlığının büyük bir ayıbıdır. Sinema böyle bir sadaka paraşı gibi para ile yapılan bir iş değildir. Sinema evrensel bir iştir. Sinema büyük bir iletişim aracıdır. Sinema bir milli gelir kaynağıdır. Sinema insanlarda birliktelik yaratan bir iştir. Sinema bütün sanat kollarını kapsamında bulunduran bir sanattır. Sinemayı eğer anlamadılarsa böyle gülünç şeyler yapmasınlar. Ve buradaki insanları gülünç duruma getirmesinler. Kültür bakanlığının verdiği parayla bir filme başlarsan... Verilen para bir film çekmek için yeterli değil. Ee ne yapacak adam birilerinden de para bulacak. Kimine seni artist yapacağım şu kadar para ver der, diğerine seni artist yapacağım bu kadar para ver der ve sonunda dolandırıcı duruma düşersin. İnsanları dolandırıcı yaparlar. Bunlar hoş şeyler değil. Sanatçı filizlendireceklerine sahtekar filizlendiriyorlar. Bu iş para işidir. Bu işten, verdiğinin birkaç çeşidini, birkaç misli fazlasını almak mümkündür. Önce sinemayı öğrensinler. Dünyada bunun örnekleri var. En kötü ülkede bile bir filmin kaç paraya yapıldığı bellidir. Hani bu 200-300 milyon dolar bütçeli filmler den bahsetmek bile mümkün değil, Amerikalı bunu yapmış yapıyor. Bu nedenle de Dünya sinemasında yeri var.   
 
Benim çok param gitti, yoksa ben dünya için film yapıyor olabilirdim 
Bizim kuşak Türk parası koruma kanunundan ötürü yurtdışına iki senede bir çıkabiliyordu Türk parası koruma kanunu diyorlar. Her ülkenin parası var bankalar da, bizim ki geçmiyor. Biz bu parayı koruyoruz zaten geçmiyor, neyini koruyoruz?   Bu nedenle maalesef filmlerimizi yurt dışında pazarlamayı  başaramadık, beceremedik. Yasaklardan dolayı beceremedik. Yoksa pazarlamacı bulur sattırırdık filmlerimizi. Gizli gizli satılan filmlerimizde vardı. Alırdık beş bin, on bin sterlin ve ya on bin dolar. Filmlerimiz evrensel boyutlardaydı. Bizim teknik ve tempomuz iyiydi. Malzememiz yoktu ama buna ragmen iyi işler yapıyorduk. Fakat gel gör ki bizi bürokrasi önledi. Polis önledi. İçimizde nezarete atılmayan, dövülmeyen çok az insan var. Sonra, biz yaşadığımız sürede iki tane de ihtilal geçirdik. Bu ihtilallerde benim 14 tane Yılmaz Güney filmimi alıp yasakladılar. 5 tane Avrupalılarla çektiğim filmi gidip arayıp soramadım. Benim çok param gitti. Yoksa ben dünya için film yapıyor olabilirdim. Biz işi çözmüştük işi yapıyorduk. Düşün ki� Erman filmin bir filmini bir Arap aldı İngilizce dublaj yaptı 3-5 milyon dolara sattı. Demek ki filmlerimiz önemliydi. Benim ��rezil�� filmim İspanyolca konuşan bütün ülkelere verildi. Ama ben iki ülke parası aldım. Böyle çok olaylar var tabi. Kimse açıklamıyor. Vergisini vermiyor diye milletin tepesine binerler. Velhasıl evrensel boyutlarda işler yaptık.  
 
Bizler güzel sanatlar ürünü üretiyoruz, sanat yapıyoruz   
Bu işi yapan bizler, ipten saptan kurtulmuş gelmişiz güzel sanatlar ürünü üretiyoruz. Sanat yapıyoruz. Bizden sanatçı olur mu? Dil bilmeyiz, böyle bir kültürümüz yok. Gelmiş yedi bin film çekmişiz. Biz iki kişi geldik Adana dan biri Yılmaz Güney biri ben. Ben fantastik filmler çektim. Yılmaz da avantür filmler çekti çabaladı 15 film yaptı. Dünyaya da damgasını vurdu. İki arkadaş, ikimiz de başardık. Devlet çok zarar verdi bize. Benim trilyonlarım gitti. Yılmaz�ın canı gitti. Ülkesini bu kadar çok seven bir adam ülkesinde ölemedi. 

 

 Sinemamızın dünyaya damgasını vuracağına inanmıyorum
Sinemamızın dünyaya damgasını vuracağına inanmıyorum. Mümkün değil. Mümkün değil. Anlattığım gibi 10-15 bin dolar ile devlet film yapın diyor. Yardım ediyoruz diyor filmcilere. 150-200 bin dolarlarla da dünya sineması ile yarışamazsınız. Dünya sineması nerde biz nerdeyiz? Kültür bakanlığı bu komik bütçeleri verirken filmlerin kalitesini dikkate almıyor. Senaryoyu okuyorlar mı? Şüpheliyim. Kültür bakanlığı zaten bu parayı verirken teminat istiyor. Ya da bir malın mülkün varsa ipotek istiyor. Verdiği parayı bir şekilde geri alıyor. Şu var, verdiği paradan faiz almıyor tek güzelliği bu. Parayı veriyor filmini yapıyorsun. Yetmediği yerde borç harç bulup çekiyorsun. O parayı geri ödemezsen evini barkını sattırıyor. Film iş yapmazsa yandın. Bizim kültür bakanlığının yaptığı destek bu.   Bu nedenle dünya sinemasıyla yarışamayız.
 
 
Steven Spielberg�in 20 filmi var, dünya tanıyor, bizim yüzlerce var kimse tanımıyor  
Steven Spielberg�in 20 filmi var. Dünya tanıyor. Milyar dolar ile oynuyor. Dünyanın en iyi oyuncusu dedikleri Brad Pitt �in 20 filmi var. Dünya tanıyor, milyar dolar ile oynuyor. Bizim Yeşilçam da hiç iş yapmadım diyen adamın 300-400 filmi var. Kimse tanımıyor, paraları da yok. Yurtdışında benim 400 filmim var dersen parayı nereye koyuyorsun? Hangar tuttun mu? Derler.  Bizde Uğraşıp bir filmi çekersiniz, sonra bir polis gelir şunları verin bakalım der alır gider. Seni nezarete alırlar, oradan mahkemeye. Vatan haini sayarlar, vatandaşlıktan çıkartırlar.   

Dünya alkışladı, biz ceza verdik!  
Cannes'de 50. yılında bütün dünya Starları orada festival sarayında Şerif Gören sahneye çıktı. Dünya Starları onu 15 dakika alkışladı. Peki biz ne yaptık? Bu adamı aldık, dövdük, karakola tıktık, elektrik verdik. Niye? Film çevirdin diye. Böyle bir şey olamaz, ama oluyor, oldu. Bu örneklerden bir tanesi� Buna benzer bir sürü var.  
 
Farkında değiliz ne çektiğimizin
Bizim yıllardır sinemada işlediğimiz iki düşman var zaten. Bunların biri Yunanlar, biri Bulgarlar. Her milli mücadele de bunları gösterdik, bunlar kötüdür dedik. "Tolga"yı çektim İran�a sattım. İranlı altı ay sonra geldi. Biz bilmiyoruz tabi kostümcü getiriyor bizde giydiriyoruz. Düşmanı oynayan oyuncuların hepsinin boyunlarında haç var. "Niye bu haçları koydunuz, hep öldürülenler haçlı" dedi. "Bizde bir sürü Ermeni var, sinemamız ırkçılığı işledi mi?" diye soranlara yanıtım farkında değiliz ne çektiğimizin. Çekmişiz ama bizim haberimiz yok. Adam kendini kötüleyen bir filme gider mi? Daha bunu anlayamamışız. Kostümcü de anlamamış, yönetmenimizde. Yıllardır sinemamızda bu ülkeler ile düşman olduğumuzu işleyip insanlarımızı da buna inandırmışız.    
 
Cahilliği daha uygun görmüşüz biz
Anlatılacak çok şey var. Ömrümüz yetmez buna. Bu ülke çok talihsiz bir ülke... Daha geçmişe dönüp bakarsak, Anadolu kültürü, Anadolu düşünürü dünya da yoktu. Düşün ki� Fırat kenarında yaşayan Sümerliler ilk okuma yazmayı bulanlar tekerleği bulanlar. Toprak sulamayı bulanlar. Dünyaya insan ihraç edenler. Bilim ihraç edenler. Anadolu da hala kalıntıları var. Sivas da, Konya da halen medreseler var. Hepsi astroloji öğrenimi gören çocuklar. Çocuklar okusun diye onlara yiyecek, yatacak yer verdikten sonra aylık verirlermiş. Yani bilime bu kadar önem verirlermiş. Anadolu bilimi dünya da meşhurmuş. Bunu öldürmüşüz. Cahilliği daha uygun görmüşüz biz. Dini, insanları zehirleyecek şekilde anormal arttırmışız, dopinglemişiz nedense. Bilim gerilemiş, gerilemiş sıfıra düşmüş. Bu hale gelmişiz.  
 
Size bir kaç anımı anlatayım
Bir filmde çalışıyorum düşman kotrasıyla, kızlarla sevişerek, yiyerek, içerek denizde ilerliyor. Beni de yakaladılar. Ellerimden kendir ile bağlayıp suya attılar. Kotranın arkasına bağladılar. Ben kotranın arkasında sürüklüyorlardı. Hava serin kotrayı da hızlı kullanıyorlar. Su kurşun gibi değiyor yüzüme. Arada bir zıplıyor nefes alıyorum. Sahne bitti fakat beni denizde unuttular. Detay çekiyorlar kuş, dalgaydı, denizdi derken çok sonra filmin kameramanı Ali Yaver, İrfan Bey nerde? Demiş beni aramaya başlamışlar. Sonra hala su da olduğumu fark ediyorlar. Sudan çekip çıkardıklarında mos mor esilmişim. Ölmek üzereymişim. Beni kamaraya götürmüşler iki tane kadını anadan doğma soymuşlar, beni de soymuşlar. Kadınlar bana sıkı sıkı sarılmış, kadınların vücut ısıları ile kendime geldim. Hayata döndüm.  

Tren'in damı delindi
Fantastik filmler çekerken her sahnesinde ölümle burun buruna geliyorduk. Düşman tren ile kaçıyor, benimde onları yakalamam lazım. Köprüden giden trenin üstüne atlayacağım. Trenin üstünden kayarak pencereden içeri girip düşmanı yakalayacağım. Geldik köprünün başına. Tren de karşıdan geliyor� Çok fazla kişi var sette halk o zamanlar meraklı sinema seyretmeye çekimleri izliyorlar. Tren geliyor. Trene baktım, baktım, baktım, gözüm kesmedi. Tren geldi geçti gitti. Yönetmen geldi. ��İrfan abi niye atlamadın?�� dedi. Nasıl atlayım? Ya vagonların arasına düşer ölürsem���sana bir şey olmaz abi�� dedi. Peki olmazsa olmaz dedim. Başka tren geliyor karşıdan, artık utanma belasına mecburen atladım. Atladım ama trenin damı delindi. Trenin içine girdim. Pencereden falan kaymaya gerek kalmadı. Kestirmeden trene girmiş oldum. Aslında çinko trenin üstü. Her tarafımı keser biçer ama benim şansımdan hiçbir yerim yaralanmadı.  

Ayağım dört yerden kırıldı
Sultanahmet ceza evinde çalışıyoruz. Cezaevinden kaçacağım. Jandarmaları aştım yüksek bir yerden aşağı atlayacağım padişahın mahkumları setrettiği yerden. Geldim jandarmaları aştım baktım ki branda da bir oluk var. Anladım ki� Bunlar brandayı doğru dürüst tutmamışlar. İndim aşağı bakın benim atlayacağım yer altı metre. Yerler mermer düşersem ölürüm, şunu doğru dürüst tutun dedim. Merak etme İrfan Abi bilmem ne. İyi dedim çıktım kuleden atladım. Herkes birbirine bırakmış brandayı tutan yok. Düştüm mermerin üstüne. Ayağım dört yerden kırıldı. Üç ay sırt üstü yattım. Sana toptan bir şey söyleyeyim. Oyuncu olarak başka firmalarla kırkın üstünde işte çalışmışım. Hiç kimse sigortamı yapmamış. Bu işin tazminatı yok, sigortası yok. Hiçbir şey yok. Salla parti çalışmışız. Kimse de sormamış. Sigorta diye bir kültür yoktu. Sigorta isteyeni işten kovarlardı. 
 
Her şeyine sahip çıkan ülke büyük ülkedir
Bir insanın çalışamayacağı zamanlar vardır. Yaşlılık zamanı. İşsizlik zamanı. Gençliğinde yıllar boyu çalışmış sonra iş bulamamış insanlarımız var. Zaman zaman televizyonlarda parasızlıktan ağlayanları görüyoruz. Sadece televizyonlarda değil, sokağa çıktığınızda çok daha fazlası var. Bu insanların birçoğu parasızlıktan ağlıyor ama asıl sorun işsizlik. Belli kurumlar var bu kurumlar gerekeni yapmalı. Mutlaka yapılmalı. Büyük ülke böyle olunur. Her şeyine sahip çıkan ülke büyük ülkedir.  
 
Bu ülkenin utancıdır   
Biz zamanında bu yedi bin filmi böyle değirmen denilen şeylerle küçücük bir vizör den çektik. Seyretsinler utansınlar. Bu insanlar eğer bakımevlerinde ölüyorlarsa bu, bu ülkenin ayıbıdır. Bu ülkenin utancıdır. Daha açık konuşuyum. Bunların terbiyesizliğidir.  Yasa�yı çıkarmakla bitmiyor. Bakanlıksan sanatçının hakkını yedirmeyeceksin. Televizyonlarda gösterilen filmlerde bizim telif hakkımız var. Bunun kanunu var, yasası var. Ne olmuş? Efendim burada bu işleri takip eden bir kurum oluşturulmamış diye kimse bize beş kuruş ödemiyor. Bütün bu televizyonlarda filmler oynuyor yıllardır kimse para alamıyor. Bizim yasanın içinden çıkan müzik kanununda trilyonlar kazanıyor müzikçiler. Sinemacılar beş kuruş alamıyor. Kültür bakanlığı dediğimiz insanlar bunu organize etmeli. Buradakiler belli ki yapamamış, yapamıyor. Bunu, onların gelip, hatta bir iki temsilci ile işi bitirene kadar çalışmaları lazım. O zaman bu bakım evlerinde ölenler, yaşayanlar hiç şikayet etmezler. Oradan üç beş kuruş gelir onlar da yaşarlar. Ama bunu önce devlet gelip yapacak. Yasa�yı çıkarmakla bitmiyor. Buradaki adama ��siz örgütlenin yer tutun, masa kurun bilmem ne yapın��. Deniyor. Olmuyor, yapamıyorlar, yapamıyoruz. Gönder iki tane adam yapsın, bitirsin, başlatsın gitsin.
 
Bakanlıksan sanatçının hakkını yedirmeyeceksin
Görevin bu senin� Bakanlıksan sanatçının hakkını yedirmeyeceksin. Yıllardır yiyorlar. Yerel televizyonlarda dahil iki yüz elli, üç yüz televizyonda bu filmler dönüyor kimse beş kuruş alamıyor. Kültür bakanlığının vasfı nedir? Eğer sanatçısına sahip çıkamıyorsa, sanatçısının hakkını alamıyorsa, sanatçısının hakkını verdirtmiyorsa kültür bakanlığı o zaman olmasın daha iyi. Sinemacı için ha var, ha yok. Sinema evrensel bilinçtir. Yıllardır sinemada çalışmış olan sanatçını koru, sanatçının hakkını al. Verilmesine ön ayak ol, yardımcı ol.  

İrfan Atasoy�a TEŞEKKÜRLER�

Kaynak
Yakup Sancı
 YORUMLAR  ({{commentsCount}})
{{countDown || 2000}} karakter kaldı
{{comment.username}}
{{moment(comment.date).fromNow()}}
Uyarı:  Yorumunuz, yönetici tarafından onaylandıktan sonra tüm ziyaretçilerimiz tarafından görüntülenebilecektir. (Bu mesajı sadece siz görüyorsunuz)
{{reply.username}}
{{moment(reply.date).fromNow()}}
Uyarı:  Yorumunuz, yönetici tarafından onaylandıktan sonra tüm ziyaretçilerimiz tarafından görüntülenebilecektir. (Bu mesajı sadece siz görüyorsunuz)