"Gerçeğe dokunmayı seviyorum..."<br> Pars Kiraz Operasyonu ile yine gişeleri sarsan usta yönetmen Osman Sınav Sinematurk'un sorularını yanıtladı. Bu özgün röportajın videosunu da röportaj sayfasında izleyebilirsiniz.
31 Temmuz 2012

Röportajın videosunu izlemek için lütfen tıklayın:

 

Seda Sualp : Yeni filminiz Pars Kiraz Operasyonu’nun konusundan biraz söz eder misiniz?

Osman Sınav : Pars Kiraz Operasyonu, uyuşturucu odaklı,uyuşturucu meselesiyle ilgili. Narkotik polisi,uyuşturucu baronları, uyuşturucunun en büyük kullanım alanı,tüketim alanı olan okullar üçgeni içinde geçen bir hikaye. Ve Türkiye’deki uyuşturucu dünyasını , orda işlerin nasıl çalıştığını, polisin bunun karşısında nasıl bir mücadele verdiğini anlatan ve bir polis kahraman üzerinden kişisel drama ve güçlü bir kişisel hikayesi olan bir film diyebilirim.

Seda Sualp : Bu konuyu, bu senaryoyu ele alırken, yola çıkış noktanız neydi, nereden esinlendiniz?

Osman Sınav : Kafamızda gezdirdiğimiz dolaştırdığımız bir takım hikayeler vardır. Bu da 4-5 yıldır yapmak istediğim bir hikayeydi ve üzerine çalıştığım diğer konseptlerin içinde zaman zaman bu da vardı. Türkiye; dünyadaki uyuşturucu trafiğinde çok önemli bir yerde. En önemli köprü, en büyük geçiş yeri. Şimdi bu "geçiş yeri" cümlesi her zaman bizde hep "geçiş yeri" olarak algılandı, öyle görüldü. Aslında son 10 yılda, özellikle son 5 yılda, Türkiye artık geçiş yeri değil, yani sadece geçiş yeri değil.  Evet daha büyük geçişler var ama aynı zamanda da kullanım ve tüketim yeri. Afganistan’dan başlayan yolculuk Türkiye’ye İran Irak bir takım orta doğu ülkelerinden,özellikle İran üzerinden Türkiye’ye giriyor. Türkiye’de Güney doğudan İstanbul’a ve İstanbul’dan Avrupa’ya, oradan da New York’a kadar yolculuğu var. Ancak bu Türkiye’den geçen rakam, Türkiye Cumhuriyeti bütçesinin 1/3 ü gibi ciddi bir illegal ekonomi oluşturuyor. Şimdi bu böyle çarpıcı bir şey. Buna karşılık eskiden bir yoldu, Türkiye’de tüketimi çok yüksek değildi ama şimdi biz artık bir pazarız yani nüfusun % 50’si 25 yaşın altında olan Avrupa’nın en genç ülkesi ve büyük bir ülkeyiz. Artık bir kullanım tüketim toplumu haline geldik maalesef,özellikle gençler. Buradan oraya doğru eroin, morfin bazlı eroin gidiyor ve ona bağlı diğer bazı şeyler. Oradan da sentetik haplar geliyor. Çok çarpıcı rakamlar var. Tabi rakamlarla film yapılmıyor. Sonuçta bu bir veri. Bu verinin üzerine, o dünyanın gerçeklerine dokunan ama bu dünyanın içinden de çok kişisel bir drama öne çıkaran bir film yapmak istedim. Çünkü şimdi "uyuşturucu kötüdür" demek kolay. Herkes diyor, "uyuşturucu kötüdür" , "drug is bad" bütün dünya bunu söylüyor. Ama "uyuşturucu kullananlar kötü çocuklardır" gibi de bir yargı çıkıyor. Bu çok önyargılı bir şey. Aslında uyuşturucuya en yakın olanlar; uyuşturucu kullananlar da dahil ya da en yakın kullanmaya potansiyel taşıyan insanlar bu toplumda yaratıcılığa en yakın, aşka en yakın, en duygusal, en hassas, hayal gücü en yüksek insanlar bu meseleye çok yakın duruyorlar. Toplumda ihtiyacımız olan, sevmemiz gereken insanlar bununla burun buruna geliyorlar. Niye? Çünkü duygusal olarak,fiziksel olarak, fikir olarak, düşünce olarak ya da yaşama biçimi olarak kendilerini doğru ifade edemediklerinde, bu çok yanı başımızda duran bir şey. Bu da toplumun kalbi demek zaten. Dolayısıyla kalbimize böyle bir bıçak saplanıyor gibi bir şey. Bu yüzden böyle bir hikayeyi yapmak istedim. Aslında çok örneği yapılması lazım yani, bizde çok fazla yapılmış değil. İlk defa bu kadar kapsamlı bir film yapılıyor. Bundan sonra da yapılması lazım.

Seda Sualp : Filmin hazırlık aşamasından ve çekim sürecinden söz eder misiniz? Hepsi birlikte ne kadar zaman aldı?

Osman Sınav : Bu hep kafamda dolaşan bir hikayeydi ama fiili olarak başlamamız Nisan ayıydı yani tam 1 yıl oldu senaryosuna başlayalı. Mayıs ayında da kesin kararımızı verdik. O zamandan bu zamana aşağı yukarı 4 ay senaryo süreci, sonra iki aylık pre-production, sonra da uzun bir çekim süreci oluştu. Aşağı yukarı 4 ay gibi,16 haftalık bir çekim süreci var. Sonra da 2-2,5 ay post-production, Londra-Münich-İstanbul arasında post-productionda mekik dokuduk. Film çıktı sonuçta.

Seda Sualp : 4 aylık çekim süreci demek, çok ciddi bir maddi harcama demek. Ayrıca film de çok yüksek bir bütçe ile çekildi. Belki çok büyük kar talepleriniz yok ama hiç değilse harcadığınız parayı tekrar geri alabilmek adına siz filmin gişesini nasıl görüyorsunuz?

Osman Sınav : Valla gişe konusunda bir tahminde bulunmak istemiyorum ama iyi olacağını düşünüyorum. İyi bir seyirci bekliyorum. Tabi mevsim handikapı var, bu sene bir çok Türk filmi çıktı, bunların oluşturduğu bir negatif enerji var sinema seyircisinde. Yani iyi dokunmamış,iyi halledilmemiş bir takım filmler, böyle yeniden bir negatif enerji yükledi. Bunlar dezavantajlarımız. Mevsim böyle, bahar geldi. Geleneksel olarak geçmiş zaman. Ama inşallah iyi olacaktır. Her film kendi rüzgarını oluşturur diye düşünüyorum. Eğer seyirciye ulaşabilirsek, iyi tanıtabilirsek mutlaka seyirci bir şekilde fark edip, iyi bir seyirci alacağını da düşünüyorum. Beklentim tamamen çıkmayabilir. Ama bana başka referanslar olacaktır. Çünkü ben bu projeyi ve bundan sonraki diğer bazı projelerimi ortak yapıma,co-production’a götürmek istiyorum. Yani Türkiye’de çekilen, lokasyon olarak Türkiye’yi daha çok kullanan ama ortak yapımlar yapmak istiyorum Avrupa ile, Amerika ile. Bu yolu açmaya çalışıyorum. Filme bu kadar yatırım yapmamın bir nedeni de bu. Türkiye’de iyi bir film, yani dünya standardında bir film yapıyoruz dememiz lazım önce. Önce öyle bir film yapıp, dünya standardında koymamız lazım ki, yabancı birisiyle gelip Türkiye’de film çekelim.

Seda Sualp : Oyuncu olarak Mehmet Kurtuluş ve Udo Kier’i neden seçtiniz ve onlar filme ne kattılar?

Osman Sınav : Onlar filme çok şey kattılar. Mehmet bir kere hem oyunculuğu ile hem de fizyolojisi ile tam bir pars, afişte de onu koyduk, müthiş bir pars profili var. Filmin afişlerini yapan arkadaşımız Emrah Yücel, Los Angeles’ta çalışıyor, en önemli afiş tasarımcılarından biri. Aynı zamanda Göktuğ diye bir arkadaşımız var, o da trailer ve fragman yapar. Onlarla çalıştık. Hatta o şöyle dedi; "Mehmet’i sırf bu profil için mi seçtin ?". Değil tabi. O bir destek unsuru. Mutlaka dişinden tırnağına her şeyiyle ama en önemlisi oyunculuğu,disiplini ve o karakteri ne kadar taşıyıp taşıyamayacağıyla ilgili. Mehmet uzun süredir takip ettiğim bir oyuncu. 5 yıl önce kısa bir tanışmamız vardı. Böyle bir fikirden ona bahsetmiştim. Hikaye çıkınca da ne olur,kim olur falan diye düşünürken Mehmet’i davet ettik. O da çok sevindi. Öyle başladık. İyi ki olmuş. Mehmet çok değerli bir oyuncu. Ben altını çiziyorum hep, bu belki çok önemsenmiyor ama Mehmet Avrupa’da yetişmiş bir Türk. Bizden daha çok tanınıyor orada ve 4 ayrı dilde oynayabilen bir oyuncu. Bu çok önemli bir şey. Udo’ya gelince; böyle bir karakter arayışımız vardı. Zaten bir Hollandalıyı oynuyor, Amerikan kökenli bir Hollandalı uyuşturucu baronunu oynuyor. Kim olabilir, şu olabilir, bu olabilir. O sıralarda bizim yine oyuncularımızdan Haluk Piyes var, filmin oyuncularından, çok iyi bir oyuncu. Onun aklına geldi ve ben de birden diğer bütün alternatifleri sildim ve Udo’ya gittim. Müthiş bir adam ve çalışırken inanılmaz bir iletişim kurduk. Hani şey vardır ya işte Hollywood’da kaprisler falan, hiç öyle bir şey yok. Onların hepsi yalan, hepsi magazin, hepsi uydurma, külkedisi hikayeleri. Adamın bir şeyde varolabilmesi için çok disiplinli çalışması gerekiyor. İnanılmaz hazırlıklarla geliyor sete. En ufak bir şeyi gözden kaçırmadan yani dersini çalışıp geliyor. Bir gün çekimi paydos ettiğimiz anda, artık rahatlayacağız, kahvemizi içeceğiz, ertesi güne hazırlayacağız, o o anda ertesi günü çalışmaya başlıyor ve sorular sormaya başlıyor; burada bunu mu istiyorsun, burada böyle yapsam ne dersin? gibi. Bir profesyonelin çalışma dersi gibiydi. Son derece sıcak, son derece hızlı iletişim kurabildiğim bir adam o. Ve şimdiden ikinci filmde olmayı istiyor. Başka filmler yapalım diyor müthiş bir hayranlıkla. Çok iyi çalıştık.

Seda Sualp : Kurtlar Vadisi, mafya derin devlet ilişkileri, Pars Kiraz Operasyonu uyuşturucu ile ilgili. Şimdi son döneme bakıldığında,genel olarak Türkiye’yi derinden ilgilendiren konuları işliyorsunuz. Bu da aslında birilerinin ayağına basmak anlamına gelebilir. Bu anlamda tehlikeli durumlarla karşılaşıyor musunuz?

Osman Sınav : Yoo hayır. Ama hiçbir zaman dünyaya öyle bakmıyorum yani öyle olur mu diye bir soruyu kendime sormuyorum. Böyle bir kaygım yok. Ben gerçeğe dokunmayı seviyorum. Yani insan gerçeği, ülke gerçeği neyse, sinemayı ilgilendirdiği tarafıyla,yani sinemada yapılabilecek tarafıyla gerçeğe dokunmayı seviyorum. Ve oradan hikayeler seçiyorum.

Seda Sualp : Türkiye’de çok zor ama...

Osman Sınav : Olabilir, olursa da olur yani sorun yok. Yani kimseden bir çekincemiz yok. Herkese aynı mesafede duruyoruz. Türkiye bir hukuk devleti yani öyle olmasını istiyoruz. Onun için de zaten böyle şeylere dokunmamız, yapmamız lazım ki adalet talep edelim, korkmadan söyleyebilelim söyleyeceklerimizi. Bu filmleri izleyen insanlar da bu duyguyu yaşasınlar ve korkmadan söyleyebilsinler. Benim bütün derdim bu aslında. Çünkü bir şeylerden çekinen bir toplumda demokrasi yaşamaz, Cumhuriyet yaşamaz, hiçbir şey doğru gitmez, hukuk yerini bulmaz. Hukuk en vazgeçemeyeceğimiz şeydir. Adalet talebinden vazgeçmememiz gerekiyor. Tabi bir sinemacı olarak aslında ben, sadece sinema yapıyorum ve kişisel hikayelerim var onları yapmaya çalışıyorum. Tabi ki her aydının, sinemacının topluma karşı sorumluluğu var yani döneminin tanığı olmak gerekiyor ve ben bunu yaşıyorum yaptığım işlerde yani. Deliyürek Boomerang Cehennemi’ni sinema filmi yaptığımda da insanlar bazı sahneler için; "yok canım,bu kadar da değil, abartılmış" dedi . Maalesef filmden sonra o tür sahnelerin ya da o tür önermelerin hepsi gerçek oluyor. Hala da devam ediyor bu gerçekler maalesef. Yani bir tarafımızla da bu toplumsal sorumluluğu üstlenmemiz gerekiyor. Kişisel hikayeleri de bununla buluşturmamız gerekiyor bence. Bu da böyle bir iş. Ama bu benim milli görevim değil. Kişisel görevim ya da kişisel sorumluluğum. Bundan sonra da bir aşk hikayesi çekeceğim. Şu anda da bir aşk hikayesi çalışıyorum. O da bizim kültürümüzle çok bağlantılı bir şey. Aslında Türkiye’de yüz yıllara dayanan bir kültürel birikimin üzerine bir aşk hikayesi, bu güne dair bir aşk hikayesi. Ama bir tarafıyla UNESCO bu yıl biliyorsunuz Mevlana yılı ilan etti. O tema üzerine bir aşk hikayesi yapmayı düşünüyorum. Bu güne dair çok modern bir aşk hikayesi olacak. Şu anda onun üzerine çalışıyorum. Elif Şafak ile çalıştığım bir proje var.

Seda Sualp : Bu aşk hikayesi, o Elif Şafak ile birlikte çalıştığınız hikaye değil, öyle değil mi?

Osman Sınav : Değil ama belki bir bağlamda onun bir parçası gibi, yani bir üçleme olabilir bu. O bağlamda bir şey; birbirinden uzak değil ama Elif ile çalıştığımız daha farklı bişey tabi ki. Elif Şafak’la çalışmamızda kısa bir ara oluştu ister istemez. Bebeği oldu, mahkemeler, olmadık şeyler başına geldi maalesef. Şimdi tekrar çalışmaya başlıyoruz projeyi. Zaten hikayemizi oluşturduk. İnşallah o da en kısa zamanda olacak.

Seda Sualp : Siz, "sanatçı yaşadığı dönemin tanığı olmalı" dediniz. Bu mesela biz gençler açısından, özellikle de hayatını sinema yaparak geçirmeyi düşleyen gençler açısından umut vaat edici bir şey. Ama geçmişe baktığımızda, dönemine tanıklık etmiş ve bu doğrultuda ürünler vermiş insanların başlarına neler geldiğini, ne büyük acılar yaşadıklarını görüyoruz. Fakat buna rağmen üretmekten vazgeçmediklerini de görüyoruz. Bu bir yanıyla sevindirici ama öte yandan yaşadıkları hayli üzücü. Yani tam bir kaos.

Osman Sınav : Evet böyle. Yani o kaosu kaos olarak, bizi umutsuzluğa sürükleyecek bir şey olarak değil, zaten sanatçı onu bir umutsuzluk alanı olarak görmez. Tam tersine o kaostan yeni bir şeyler, umut çıkarmaya çalışır. Dünya kültürüne de baktığınızda aslında büyük sanat eserleri ya da büyük sanatçılar hep böyle kaos dönemlerinde daha çok çıkmıştır. Çünkü yaratıcılığa o zaman çok ihtiyacımız var. Asıl tam da o zamanlar daha çok ihtiyacımız var yaratıcılığa, kendimizi ifade etmeye , doğru ifade etmeye. Bunun da en özgür alanı sanat ve sinema yani.

Seda Sualp : Siz kendi sinemanızı, Osman Sınav sinemasını, Türk sinemasının genel yapısı içerisinde nereye oturtuyorsunuz?

Osman Sınav : Valla bunu çok iyi bilmiyorum. Yani aslında herkesin kendi bir dili vardır, her yönetmenin her yaratıcının bir dili vardır. Ama ben şuna inanıyorum; sinema hangi ülkede yapılırsa yapılsın, sadece Türk sineması için değil bu, mutlaka uluslar arası pazara çıkması gerekiyor. Bakın bu çok önemli. Uluslar arası pazara çıkmayan hiçbir ülke sineması, kendi sınırları içinde endüstri haline gelemez, büyüyemez, imkansız. Çünkü dönüşü yeterli değil. Yani daha büyük bir film için daha büyük finansmanlar sağlayamazsınız. Çünkü dönüşü ulus sınırları içinde mümkün değil. Mutlaka açılması gerekiyor. Ben biraz bu standardı zorlamaya çalışıyorum kendi içimde. Bu illa ki büyük paralarla olur diye bir şey yok. Tabi ki sinema pahalı bir iş ve ciddi finansman gerekiyor. Ama önce vizyonumuzu buna ayarlamamız gerekiyor. Yani önce hayallerimizin uluslar arası olması gerekiyor. Ben size bir şey diyeyim mi; dünya kültürleri arasında en sinematografik kültür Türk kültürü. Hiçbir şekilde tutucu değiliz, sürekli dünya üzerinde hareket eden bir toplumuz. Sinema gibi yaşıyoruz zaten, Türk nereye giderse film gibi yaşıyor, bir film kahramanı gibi yaşıyor. Bu 5 bin yıldır böyle, bugün de böyle. Yani bugüne dair, geçmişe dair nereyi açarsanız, oradan bir hikaye çıkar. Hem kültürel açıdan hem genetik olarak yani insanlar olarak , bu yaşam kültürümüzle bağlantılı bir şey. Ama bunun sinemasını yapamıyoruz. Bunun sinemasını yapmamız lazım. Bunu yaptığımız zaman,mutlaka başarılı olacağız, olmaması için hiç bir sebep yok. Çünkü bu işin temeli hayal. Biraz hayal kurmak lazım önce. Biraz daha eskiden derlerdi, birisi böyle çok hayal kurduğu zaman "yaa bundan bişey olmaz, bu çok hayalci, hayal kuruyor". Bu söylem; fukara söylemidir. Tabi bu bir gerçeği işaret ediyor. Niye böyle söylüyor insanlar, niye böyle bir söylem gelişmiş toplumsal olarak; fakirsin, gerçekle uğraş, karnını doyur demek bu. Ama dünyaya baktığımızda, bugün gerçek olarak gördüğümüz her şey dün, 5 yıl önce, 10 yıl önce, 50 yıl önce birilerinin hayaliydi. Sinema yapıyoruz,sinemanın zaten ana maddesi hayal. Biz hayal satıyoruz. Ama o hayalle,insanların bir gerçeğe doğru yolculuğunu ateşliyoruz , geleceğe doğru bir umut ateşliyoruz. Bütün mesele de o zaten. İnsanlar sinemaya niye gider? Yani dünyanın neresinde, yaşama dair hayata dair yeni bir motivasyon yeni bir fikir var mı? Onun için de bence o hayalci, hayalperest günlerimize geri dönmemiz lazım. Bir dönem bütün sanat dallarımız o kaosun içine girmiş ve hayal kuramaz hale gelmişiz. Aslında Türkiye Atatürk’ten bu yana hayal kurmuyor. Son hayal kuran Türk Atatürk, biliyorsunuz, ondan sonra da hayal kuran çok az insan var. "Hayal kurma" dersleri olmalı, gerçekten söylüyorum. Bütün okullarda ama, sadece sanatla ilgili okullarda değil. Dünyanın neresine giderseniz gidin, lider yetiştirme programları ya da buna benzer çalışmalar vardır ve hayal kurma dersleri ile başlar. Yani hayal kuramayan adamdan lider olmaz çünkü o; tarihi değiştirecek. Hayali olmayan ne yapabilir ki. Hayali olan insanlar; dünyada tarihi olarak, askeri olarak, bilim adamı olarak, sanatçı olarak bir şeyleri değiştiren herkes, önce hayal kurmuştur.

Seda Sualp : Bu filmin adı neden Pars Kiraz Operasyonu?

Osman Sınav : Bu filmin adı, Kiraz operasyonu bir alt isim, ona geleceğim ama önce neden Pars onu söyleyeyim ; bir narkotik polisi var. Pars metaforu, narkotik polisinin çalışma yöntemlerine çok uyuyor. Biz bunu Teaser’larda kullandık yani; "zifiri karanlıkta bile göreceksin" ; Pars zifiri karanlıkta bile görebilen bir hayvan. "Gürültüde çıtırtıyı bile duyacaksın" ; evet, gürültünün içinde onun ayırt etmesi gereken bir çıtırtı varsa, onu ayırt edebilen bir hayvan ve son derece sabırlı. Yani ikinci bir darbe yapmıyor, avına böyle hakikaten bir pençe mesafesi yaklaşana kadar sabrediyor, yaklaşıyor ve tek bir harekette avını bitiriyor. Şimdi narkotik polisinin çalışma yöntemleri diğer polislerden farklıdır. Son derece sabırlıdırlar. Yani normal bir polis, asayiş polis kontrolüne bile girdiklerinde, çıkartıp polis kimliğini göstermez eğer bir operasyon durumunda ise. İşte bir şekilde silahını saklar falan, normal kimliği ile geçer. O metaforu tarifleyen bir şey olduğu için adına Pars dedik. "Kiraz Operasyonu" alt ismini koymamızın nedeni de; inşallah yapabilirsek, 4 filmlik bir proje diye bakıyoruz. Birincisi Kiraz Operasyonu, ikincisinin adını henüz bilmiyorum. Böyle gidecek, hedefimiz o ve giderek co-production’a dönüşecek. Bu şekilde hedeflediğimiz bir şey.

Seda Sualp : Çok teşekkürler.

Osman Sınav : Ben teşekkür ederim.    

Bu röportaj Medyalab tarafından Sinematurk adına yapılmıştır.

 YORUMLAR  ({{commentsCount}})
{{countDown || 2000}} karakter kaldı
{{comment.username}}
{{moment(comment.date).fromNow()}}
Uyarı:  Yorumunuz, yönetici tarafından onaylandıktan sonra tüm ziyaretçilerimiz tarafından görüntülenebilecektir. (Bu mesajı sadece siz görüyorsunuz)
{{reply.username}}
{{moment(reply.date).fromNow()}}
Uyarı:  Yorumunuz, yönetici tarafından onaylandıktan sonra tüm ziyaretçilerimiz tarafından görüntülenebilecektir. (Bu mesajı sadece siz görüyorsunuz)