İlk filmini çeken yönetmenlerimiz arasına Semih Kaplanoğlu da eklendi. İlk gösterimi İstanbul Film Festivali?nde yapılan ve 4 Mayıs?ta 20 kopyayla vizyona girecek olan Herkes Kendi Evinde hakkında çekim öyküsü, konusu gibi hemen her yerde bulabileceğiniz bilgilerin ötesinde, filmin özüne dair bazı şeyleri konuşmaya çalıştık.
31 Temmuz 2012
Sinematurk: Ev nedir, neresidir? Sizin için ev neyi ifade ediyor?

Bu filmin tam merkezinde ev var. Daha doğrusu insanların evle olan ilişkisi var. Bizim, içine doğduğumuz ve ilk bildiğimiz yer o çocukluğun geçtiği evdir. O yüzden ev benim filmimin tam merkezine oturmuş duruyor.

Sinematurk: İnsan niye gitmek ister?

İşin içine milli duygularımızı pek katmadığımız zaman aslında vatansızlık kavramı geliyor. Siz bir yeri terkettiğiniz zaman yani ?burada mutlu değilim, dünyanın her yerinde yaşayabilirim? dediğiniz zaman aslında biraz vatansız bir konumda oluyorsunuz.

Sinematurk: Filminizde birbirlerinden farklı karakterler bir araya geliyorlar. Hepsini bir yerden bir yere hareket ettiren bir şey var. Ev ve gitmek kavramları bu karakterler için ayrı ayrı anlamlara mı sahip?

Nasuhi?nin (Erol Keskin) gitme isteğiyle Selim?inki (Tolga Çevik) çok farklı, hareket noktaları anlamında. Bu ayrım, karakterler arasındaki ayrımı da çıkarmaya başlıyor. Selim çok daha modern bir karakter. Köküyle, toprakla, doğup büyüdüğü yerle ilişkisi Nasuhi?ninki kadar kıvamlı değil. O anlamda Selim için Türkiye'de ya da Amerika?da yaşamak çok ta önemli değil. Mutlu olmak bağlamında... Bugün bir yerden bir yere gitmek hayat için çok önemli bir kavram değil artık. Ama Nasuhi için çok köklü, çok derin bir hareket. Selim?in bir evi yok aslında; hiçbir zaman da olmamış. Yani Nasuhi?ninki gibi yok diyelim. Belki o da kendi evini aramaya gidiyor. Yani onun hareket etmesinin nedenlerinden biri o. Olga (Anna Bielska) içinse hayali bir ev var, çocukluğunu geçirdiği. Oradaki ambiyansı tekrar almak ve babasını bulmak istiyor ki hayatına devam edebilsin, yeniden kendiyle karşılaşabilsin. Babasını bulduğu yer vatanı olacak. Bence çok sıradan, gündelik bir şey, bir insanın başka bir ülkeye gitme ihtiyacı duyması. Ama Nasuhi?ninki bana çok başka geliyor. Orada dünyayı kurtarmak, hayatı değiştirmek isteği var. Komünistmiş, Rusya?ya gitmiş.

Sinematurk: Bu istek var ama olmamış.

Evet sonuçta değişen bir şey olmamış. Ama şu meydanda ki kendini feda etmiş. İşte bu çok önemli bir nokta. Kendini feda etmek, kurban etmek. Bugünün insanının böyle bir meselesi hiç yok.Çünkü çok konformist yaklaşılıyor meselelere. Sonuçta hiçbir şey olmayabilir. Sonuçta Nasuhi de dönüyor. O evden içeri giriyor ve dediği tek şey şu: ?Şu kadar zaman geçti. İçeride bir çocuk bırakmıştım. Şimdi onu dışarıya çıkardım.? Sadece bunun için bile adam gidebilirmiş, gitmiş noktasına gelebiliriz.

Sinematurk: Selim de para için gitmiyor Amerika?ya. Aslında paraya ihtiyacı olan bir tip değil.

O orada tamah ediyor. Aslında çok ihtiyacı yok paraya. Orada ahlaki bir mesele var. Naçizane yerleştirmeye çalıştığım ve tam da senin şimdi sorguladığın gibi, sorgulanmasını istediğim bir şey var orada.

Sinematurk: Sebepler, hedefler değişiyor ama eylem aynı: Gitmek...

Aslında sebeplerin farklılığı dışarıdan baktığımızda eylemi tartışır hale getirmiyor bizi. Eylemi tartışmıyoruz zaten. Gidin ya da gitmeyin değil. Açıkçası ben de şunu anlamaya çalıştım. Bu üç karakter hareket halindelerken bir araya geldiklerinde ne olur? Kağıt üzerine yazarken ben de bilmiyordum. Ancak onları görüntülemeye, yanyana getirmeye başladığım zaman farketmeye başladım. Bir parantez: Camus idi galiba, diyordu ki ?insanlar bir yerden bir yere hareket ederlerken en çok, varoluşsal problemlerini yaşarlar. Yani varoluş hali aslında bir yolculuk halidir.? Biraz burada da öyle bir şey var. Bir süre sonra hepsi içe dönük şeyleri tartışmaya başlıyorlar. Birbirleriyle konuşmaya alışıyorlar bir süre sonra.

Sinematurk: Herkes kendine mi gidiyor, aslında?

Aslında herkes kendine gidiyor tabii. Farkında olarak veya olmayarak...

Sinematurk: Şöyle diyebilir miyiz? Nasıl ev sadece dört duvar değilse vatan da sadece bir toprak parçası değil.

Değil tabii ki..

Sinematurk: Vatan tıpkı ev gibi, insanın kendini ait hissettiği bir düşünce de olabilir mi? Bir hayata bakış tarzı, bir duygu ya da inanç, bir eylem.

Tam da öyle işte. Gayet iyi özetledin.

Sinematurk: Filmin çekiminde bazı mucizevi şeyler olmuş. Yağmur yağması gereken sahnede yağmurun doğal olarak yağmaya başlaması, bir sokak köpeğinin gözükmesi gerektiği yerde kadraja girmesi vb. Mucizelere inanır mısın?

Valla ben inanıyorum. Gerçekten inanıyorum. Hayatın ve her şeyin de bir mucize olduğuna inanıyorum zaten. Anladım ki bir şeye girdiyseniz Tanrı yardım ediyor. İşte senin de verdiğin örnekler gerçekten oldu. Günlerce beklesek olmayacak şeyler inanılmayacak şekilde oluyor. Işık mesela. Adam evi ilk gördüğü zaman güneşin önünden bulut çekiliyor, tam çantayı indirdiği anda. Daha başka şeyler de var.

Sinematurk: Son dönem Türk filmlerine baktığımız zaman özellikle 90?lardan sonra iki kabaca eğilim olduğunu görüyoruz. Bir tanesi bulunabilen parayla, küçük bir bütçeyle, inandığı bir konuyu, inandığı gibi çekmeye çalışan daha bağımsız isimler var. Bir de sinemanın popüler eğlence yönünü gözeten, onu sağlayabilmek için de medyatik tiplere, magazine ağırlık veren ve büyük bütçelerle çalışan ikinci bir eğilim. Bu tasnife ne dersiniz?

Benim filmim aslında kendi yerini koyuyor. Çok açık bir şey söyleyeyim. Ben sinemada beslendiğim kaynaklardan, sevdiğim şeylerden taviz vermek istemedim. Ben sinema okulunda okudum ama sinemayı salonlarda öğrendim. Antonioni, Wenders, Tarkovski, Bergman, Kurosava gibi adamlardan etkilendim ben. Onların sineması, onların gözü, onların dünyayı algılamaları, anlatmaya çalışmalarından etkilendim, sinemayı onlardan öğrendim. Ben onları ustalarım olarak kabul ediyorum. Şimdi böyle düşünüp arkasından başka türlü yapmaya başlarsanız önce kendinize ihanet ederseniz. Ha mesela popüler oyuncular olabilir miydi? Eğer uyuşabileceğimi düşünsem... Ama uyuşmayacağını gördüm o karakterlerle.

Mesela Anna (Olga). Kiev?de, St. Petersburg?da, Moskova?da cast yaptık biz. Yüzlerce kız oyuncuyu inceledik. Ama onların hiç birinde Anna?daki cesaret yoktu. Çantanı alır da gidersin ya onlar da o yok. Dünyanın başka bir yerinde yaşıyorlar, başka bir durumdalar. ?Baban gittiği zaman gider misin?? diye soruyorum. Hepsi ?gitmem? diyor. Sonra anladım ki ben, Rusya anne ağırlıklı bir toplum. Bu çok enteresan. Biz Anna?yı Paris?te bulduk. İlk yaptığımız casting çalışmasında zihnimdeki kız çıktı ortaya. Babası Kanada?da yaşıyor. Yıllarca onu görmemiş. Ve dünyanın nerelerini dolaşmış. Daha 22-23 yaşında. Aynı zamanda çok masum. Erol Keskin deseniz çok farklı bir oyuncu. Çalışması ve birlikte olması çok zor. Tıpkı Nasuhi gibi bir karakter.

Sinematurk: Kendi hayatlarını bir şekilde işin içine kattılar?

Evet. Büyük konuşmak istemiyorum ama bir yönetmenin oyuncusunda keşfetmesi gereken en önemli yan o. Yazdığı karakteri oyuncunun içine biraz katsa müthiş birşey. Ama onu yapmak için zamana ihtiyaç var. Çok profesyonel olanlarla çalıştığınız zaman onlar size zaman vermiyorlar. Ben Erol Bey?le 2 ay boyunca hergün buluştum, konuştum. Anna ile defalarca bir araya geldik. Tolga da bütün zamanını veriyordu bana. Görüntü yönetmeni Haik ile de 2 ay sadece mekan dolaştık. Işıklara baktık, resimlere baktık. Yani bunlar aşırı profesyonel üretim içinde mümkün olmayan şeyler. Öyle bir süreç var ki orada ne yatırıyorsanız onu geri alacaksanız. O zaman ne olacak, kim size para getiriyorsa o oyuncuyu alacaksanız. Sistem öyle kurulmuş. Ben o sistemin içinde mutlu olmayacağımı biliyorum. Ancak kendi yazdığım senaryoyu yapabilirim. Onu da biliyorum. Bütün bunlar işte sizin tavrınızı da belirliyor, ister istemez.

Sinematurk: Siz bir ara TV için de çalışmalar yapmıştınız.

Ben diziden sonra bir ara reklam çektim, onun dışında başka bir şey çekmedim. Ona rağmen film setinde ilk iki üç gün dizinin getirdiği bazı alışkanlıklar olduğunu sezdim. Onlardan kurtulmaya çalıştım. Nasuhi?nin gelmesiyle başlayan sahnelerden itibaren yavaş yavaş o bakış açısından kurtuldum. Dizi, reklam ya da klip. Bunların hepsi aslında sinemacıyı körelten, sinema hissini öldüren alışkanlıklar.

Sinematurk: Bir çok sinema yönetmenimiz ekonomik gerekçelerle bu tür işler yapmak durumunda kalıyorlar.

Valla ekonomik anlamda bir takım şeyler ben de yapacağım herhalde. Ama ben gördüğüm şeyi söylüyorum. Bu tehlikeyi sezmenin de önemli olduğunu söylüyorum. Belki çalışırken bazı şeylere dikkat etmek açısından, mesafeyi korumak açısından kendimi kollayabilirim.

Sinematurk: İkinci film için konuşmak erken mi şu anda?

Hayır değil. Bazı projeler var. Çok daha basit, yalın, küçük bir hayalim var. Uzun bir süredir bir düşüncemde olan ve yazdığım küçük küçük şeyler. Bir tanesi bir semtin hikayesini yapmak. Bir tanesi tek bir ağacın filmini yapmak. Bu tür basit, belki oyuncu sayısının daha az olduğu, çok daha kişisel konularda geziniyor zihnim giderek.

 YORUMLAR  ({{commentsCount}})
{{countDown || 2000}} karakter kaldı
{{comment.username}}
{{moment(comment.date).fromNow()}}
Uyarı:  Yorumunuz, yönetici tarafından onaylandıktan sonra tüm ziyaretçilerimiz tarafından görüntülenebilecektir. (Bu mesajı sadece siz görüyorsunuz)
{{reply.username}}
{{moment(reply.date).fromNow()}}
Uyarı:  Yorumunuz, yönetici tarafından onaylandıktan sonra tüm ziyaretçilerimiz tarafından görüntülenebilecektir. (Bu mesajı sadece siz görüyorsunuz)