1990'lı yıllarda pek meşhur bir şarkı vardı. "Gidişim sessiz olmuştu ama dönüşüm muhteşem olacak" diye... Şerif Gören'in 18 yıl aradan sonra çektiği ilk filme "dönüşü muhteşem oldu" diye başlamak isterdim.
31 Temmuz 2012

1990'lı yıllarda pek meşhur bir şarkı vardı.
"Gidişim sessiz olmuştu ama dönüşüm muhteşem olacak" diye...
Şerif Gören'in 18 yıl aradan sonra çektiği ilk filme "dönüşü muhteşem oldu" diye başlamak isterdim.
Maalesef, "Amerikalı faciası" ile sessiz sessiz değil gümbür gümbür giden Şerif Gören, Amerikalı'ya bile rahmet okutacak bir başka facia ile geri döndü:Ay Büyürken Uyuyamam.

Açıkçası, bu filmden hiç umutlu değildim. Çünkü, zamanında (genellikle orta yaşlarda) çığır açıcı, yenilikçi, öncü, kışkırtıcı ve tartışmalı filmler çekmiş büyük yönetmenlerin son demlerinde çektiği filmler "genellikle" hüsranla sonuçlanmıştır. Bu dünya sinemasında da, bizde de böyledir.

Bütün zamanların en iyi filmlerinden sayılan Yurttaş Kane'i (Citizen Kane-1941) çektiğinde henüz 26 yaşında olan Orson Welles, bir daha asla bu başarıya ulaşamamıştır. Roberto Rossellini, Luchino Visconti, Vittorio De Sica, Federico Fellini, Alfred Hitchcock, Elia Kazan, Alain Resnais, Jean Luc Godard, François Truffaut, Carlos Saura, Martin Scorsese, Francis F.Coppola, Sydney Pollack  gibi büyük sinemacıların son çalışmaları, mazideki filmlerinin estirdiği taze havadan çok uzakta, sıradan ve hayal kırıklığı yaratmış filmlerdir. (Bu durumun istisnaları elbette mevcuttur,sözgelimi Akira Kurosawa ve Luis Bunuel gibi yaşlı kurtlar, 70'li yaşlarda dahi başyapıt çekecek enerjiyi kendilerinde bulmuşlardır.)

Türk Sinemasında da durum farklı değildir. Metin Erksan, Halit Refiğ, Memduh Ün, Osman F.Seden, Yavuz Turgul, Ömer Kavur gibi yönetmenlerin, isimleri ile özdeşleşmiş çalışmaları orta yaş dönemine tekabül eder. Usta yönetmen Zeki Ökten, sinemaya vedasını "Çinliler Geliyor" adlı ismine hiç yakışmayan bir film ile yapmıştır. (Bizdeki istisnai isimlere örnek olarak da geç sayılabilecek bir yaşta gerçekleştirdiği göç üçlemesi ile Lütfi Ö.Akad ve "Her Devrin Adamı" Atıf Yılmaz gösterilebilir.)

Genelleme kapsamına sanatın diğer alanlarında uğraş veren sanatçılar da dahil edilebilir. Mesela, Barış Manço'nun, Orhan Gencebay'ın, Zülfü Livaneli'nin, Erkin Koray'ın klasikleşmiş şarkıları nispeten damarlarında "deli bir kanın" hala dolaştığı devirlere aittir.

Gençlik, gençliğin verdiği cesaret ve kural tanımazlık,sınırları zorlama ve zincirleri kırma hevesi sanatçıların yaratı gücünü destekleyen ve kırbaçlayan en önemli etkenlerden birisidir.
Bütün bu düşüncelerin saiki ile, uzun zamandır setlerden uzak kalmış, (aradaki başarısız diziler ve Türk Tohumu adlı kısa film hariç) sinema coşkusunu ve heyecanını yitirmiş gibi görünen Şerif Gören'den bir başyapıt beklemiyordum.

Ama beklemediğim bir şey daha vardı: Böylesine kötü bir film.
Ay Büyürken Uyuyamam, eserleri ile sinemamıza kalıcı katkılar sağlayan Necati Cumalı'nın bir hikaye kitabından sinemalaştırılmış. Gizli Duygular filmini izleyen dikkatli gözlerden kaçmamıştır, Müjde Ar'ın okuyarak cinsel fanteziler kurduğu kitaplardan birisi de Ay Büyürken Uyuyamam'dır. Belli ki, Şerif Gören daha o zamanlar kafasına takmış bu kitabın filmini çekmeyi...

Film, güzel bir kadının (bu filmde kadınların) etrafında ciğerci kedisi gibi dolanan mahallenin "kadınsız" erkekleri ve "erişemediği ete mundar diyen" sözde namus bekçisi tiplemeleri ile, Necati Cumalı'nın bir başka eserinden sinemaya uyarlanan Mine(1982-Atıf Yılmaz) filmini fazlasıyla andırıyor.
Güzeller güzeli kız, kızı kadar güzel ve cinsel açlık içerisinde kıvranan anne,iki kadın arasında kalan ve yanında yöresinde dişi namına ne varsa hepsini kendine aşık eden, vahşi cazibe sahibi seks erkeği... Bu üçlüye de,yine Cumalı'dan uyarlama Feyzi Tuna'nın çektiği Tutku (1984) filminden aşinayız.
Filmde, taşranın bireyleri dar bir alana hapseden, özgürlükleri sınırlayıcı ve denetleyici yapısı, taşraya özgü namus anlayışı ve cinsellik sorgulanıyor.(!)

Peki,bu kavramlar sizce 1980'li yıllarda yeterince sorgulanmadı mı?
Hay sorgulamanız batsın sizin...
Sene 2011 hanımlar, beyler!..
Evet, Türkiye hala dinin,bürokrasiye ve gündelik yaşamımıza olan müdahalesinin sınırlarını çizemedi. Devlet, dini tercihler karşısında nötr bir tavır alamadı.
Evet,hala Anadolu'da bir yerlerde insanlar dinsel yaşam kültürü ve namus,örf üçgenine sıkıştırılmış hayatlar yaşıyorlar.
Evet, ülkemizde hala namus dendi mi "akan sular buz kesiyor, kana bulanıyor"
Sancılar dinmiyor;sorunlar bitmiyor.
Ama sizin gösterdiğiniz veya anlatmak istediğiniz gibi değil.Siz çok gerilerde kalmışsınız. Önermeleriniz hiç güncel değil...
Sorunlar içerik değiştirdi, genişledi. Düne kadar örtbas edilen rezaletler teker teker gün yüzüne çıkıyor.
Laiklik, irticai kadrolaşma, türban, kamusal alan,genişlemiş anlamı ile mahalle baskısı gibi kavramlar sürekli tartışılıyor, gündemden düşmüyor. Namus ve töre cinayetleri gazetelerin 3. Sayfa haberlerinin baş malzemesi. Aralarında hatırı sayılır esnaf (!) ve devlet memurlarının da bulunduğu yaşları 60'lara dayanan sapık güruhu,henüz 12-13 yaşlarındaki kız ve erkek çocuklarına tecavüz ediyor.
Sorgulamaya pek hevesliyseniz bunları sorgulayın.

Kafalarınızı deve kuşu gibi kuma gömmüşsünüz. Hala, 50 yıl öncesinin kalıplaşmış tespitleri ve değer yargılarını günümüze taşıyan bir  film çekiyorsunuz,ya da çektiğinizi sanıyorsunuz.
Siz, hala "Vurun Kahpeye" de takılı kalmışsınız. Bu devirde hala, Hacı Fettah kılıklı, Yeşilçam'da genelde Bahri Ateş'in canlandırdığı gözleri fıldır fıldır dolanan, dini istismar eden sahte "hacı-hoca-imam" tiplemesinin geçerli olabileceğine inanıyorsunuz. Ya, Hakan Boyav'ın canlandırdığı "Namus elden gidiyor, yok mu bu mahallenin namusu" gazlaması ile halkı namazda galeyana getiren "nüfuzlu taşra şeytanı" tiplemesine ne demeli? Kaç filmde izledik bu tipleri sayısı belli değil...

Kasaba diye gösterdiğiniz yerler de, Balıkesir'in gözde tatil beldesi, son yılların yükselen yıldızı Ayvalık ve çevresi (Şeytan Sofrası vb.) ile turizm sektöründe Bodrum'a rakip gösterilen Alaçatı.
Bir filmde zaman, dönem ve coğrafi bölge unsurları açıkça belli ise,kafanıza göre takılamazsınız. O dönemin ve bölgenin tarihi, etnik, ekonomik, sosyokültürel vb. koşulları ne ise ona uygun verilerle yola çıkmalı ve gerçekçi olmalısınız. Dönem ve mekan ilişkisini doğru ve bilimsel olarak kurmalısınız. İşkembe-i kübradan atmakla  olmaz.

Filmde, yukarıda bahsettiğim ikisi dışında  diğer tiplemeler de evlere şenlik...
Ancak, ben en çok  Melek adlı, iki kız sahibi ve 11 yıl sonra kocasının eşcinsel olduğunu öğrenen anne tiplemesine bayıldım (!). Kendisi gibi güzel ve çekici kızlarıyla beraber son derece tahrik edici,rengarenk,şıkır şıkır,bol göğüs ve bacak dekolteli elbiselerini giyerek Ayvalık sokaklarını şenlendiren,dondurma yalayan, dükkan camını silerken binbir türlü "frikik" veren namuslu annemiz,canı çektiği erkekle yatabilmek uğruna da her türlü çabayı sarfeder. Canının çekmediği bir erkek tarafından taciz edildiğinde ise birden bozulur, "namus damarı" tutar, Fatma Girik'leşir.

Hepsi bir yana, bu Melek Anne aşırılığı, filmde yaprak kımıldasa, sinek vızıldasa tepki göstermesi, ağlaması, bağırıp çağırması (Şimdi oyuncuya sorsanız "ayy çok zorlandım ama,Şerif Gören'in desteğiyle üstesinden geldim" falan gibi laflar eder) hatta böğürmesi ile sinir sistemim üzerinde olumsuz etki yarattı.

Sonra ne idüğü belirsiz, arada sırada görünüp kaybolan, en sonunda sisler arasından masal kahramanı gibi gelip Melek Anne'yi baştan çıkaran Mert nam-ı diğer Mavi adlı karakter vardı. Genç adam sonuçta, boş duracak değil ya, o da annenin küçük kızına yazılıyor. Çok seviyor ya,kıza asılan efendi yüzlü doktoru da bir temiz dövüyor.Büyük kızın nişanlısı Şükrü var, karikatür gibi. Gülelim diye ek kontenjandan dahil edilmiş, belli. Fırıldak Necmi var,Mine'deki Ahmet Uğurlu'nun canlandırdığı "Ofisçi"yi fena halde anımsatıyor.

Zavallı Mavi, kendisi ile ilgili sürekli fanteziler kuran anneden küçük kızı isteyince kıyamet kopuyor. Küçük kız,"nasıl beni istermiş,ben daha okuyacağım" diyerek koparıyor yaygarayı. Anne ve kızları sanki dünya batmış gibi toplanıp ağlaşıyorlar, sarılıyorlar, kenetleniyorlar.

Sonra, kasabanın namusunu bozuyorlar gerekçesi ile namaz çıkışı halk anne ve kızlara karşı Dönek Hüsam marifeti ile kışkırtılıyor, bu sırada ilahi formlarında (yanlış hatırlıyor olabilirim,Itri'nin Tekbir'i) bir müzik çıkıyor. Halk ellerinde taşlarla,ayni Vurun Kahpeye romanı veya filmindeki azgın kalabalık gibi sokakları dolduruyor. Kasabanın bir kısmı anne ve kızlarına destek çıkıyor. Bu durum karşısında hafiften duygulanıveriyoruz. Ama en büyük destek delikanlı Mavi'den geliyor, Çetin Tekindor gibi "açıveriyor iki yana kollarını", siper oluyor sevdiği kıza ve ailesine.Peh peh peh! Analar ne yiğitler doğuruyor diye geçiriyoruz içimizden. Tabi bu esnada basıyorlar müziği,veriyorlar coşkuyu. Az önce duygulanmıştık ya, bu fedakarlık gösterisi, müzik falan derken içimizdeki duygu patlaması göz pınarlarımızdan sicim gibi akan gözyaşlarına dönüşüyor.

Artık dayanacak takatimiz kalmamışken,son bombayı patlatıyorlar: Deprem oluyor, evet bildiğiniz deprem... Ama,bu nasıl bir depremdir,hangi teknikle çekilmiştir diye kafa yorarken kafamız dağılıyor biraz,rahatlıyoruz. Deprem biraz kendimize getiriyor bizi. (Şerif Gören,yıllar önce çektiği Deprem filmindeki gibi yabancı filmlerden alıntı sahneler koymamış bari. Herşeyi yapmış da bir bunu yapmamış. Buna da şükür.)

Bir de yağmurlu bir sahne vardı. Dramatik etkiyi arttırsın diye koymuşlar. Ancak, suların fıskiyeden fışkırdığı o kadar belli ki,45 sene önceki filmde bile bu kadar başarısız çekilmiş bir  yağmur  sahnesi görmedim.

Müzik kullanımı ise ayrı bir komedi. En gereksiz sahnelerde bile yüksek volümlü ve epik film tarzı bir müzik kulak tırmalıyor. Adam sevdiği kızın peşinden koşuyor, ama öyle bir müzik var ki sanırsınız iki ordu biraz sonra birbirine girecek. Bir gerilim, bir stres, bir heyecan kumkuması yaşanıyor ki filmde sormayın gitsin.

Sinemadan çıkınca uzun bir süre "Acaba bu film şaka olsun diye mi çekildi?", "Acaba bunlar bizimle dalga mı geçti?", "Acaba film baştan sonra bir parodiydi de biz mi ciddiye aldık da ters köşeye yatırıldık?" gibisinden paranoyak sorular beynimde gezindi durdu.

Şerif Gören bu filmin oyuncu kadrosunu "milli takım" olarak nitelemişti. Senaryo böylesine kötü, tiplemeler bu kadar basmakalıp olunca oyuncu ne yapsın? Takım, milli takım ama oynanan oyun "Bank Asya 1.Ligi" kalitesinde.

Çelişkiler, tutarsızlıklar yazmakla bitecek gibi görünmüyor. Filmin olumlu hiç ama hiçbir yanı yok. Birbirinden güzel ve alımlı kadın oyuncuları saymazsak tabii...
Son cümlelerim yine, yazı boyunca  eleştirdiğim Şerif Gören'e dair...
Endişe, Almanya Acı Vatan, Yol, Tomruk, Derman ,Firar, Kurbağalar, Yılanların Öcü, Kan, Sen Türkülerini Söyle, Katırcılar, Polizei...
Bu filmlerle Türk Sinema Tarihi,Şerif Gören ismini en güzel sayfalarına yazdı; bizler de kalbimize.
Şerif Gören'in, izleyicisindeki sevgisi, kredisi sonsuzdur.
Gören, bir film daha çeker mi bilinmez. Zaten, bu filmi de oğlu Mehmet Gören'in ısrarı ile çektiğini açıklamıştı.
Bundan sonrakiler de böyle olacaksa çekmemesi daha hayırlı olur.Ama belli mi olur, Şerif Abi bu... Sürprizli,renkli,sağı solu belli olmayan bir sinema adamıdır.Bakarsınız,eskilerdeki gibi harika bir film ile mest eder biz sevenlerini.
Kendisine uzun ömür ve sağlıklı bir yaşam dilerim. 

Kaynak
Eylül Fırtınası
 YORUMLAR  ({{commentsCount}})
{{countDown || 2000}} karakter kaldı
{{comment.username}}
{{moment(comment.date).fromNow()}}
Uyarı:  Yorumunuz, yönetici tarafından onaylandıktan sonra tüm ziyaretçilerimiz tarafından görüntülenebilecektir. (Bu mesajı sadece siz görüyorsunuz)
{{reply.username}}
{{moment(reply.date).fromNow()}}
Uyarı:  Yorumunuz, yönetici tarafından onaylandıktan sonra tüm ziyaretçilerimiz tarafından görüntülenebilecektir. (Bu mesajı sadece siz görüyorsunuz)